Friday, 18 December 2009
Bedirxan Bey
1803 yılında Cizre'de dünyaya gelen Bedirhan Bey, 18 yaşında Botan Emirliği'nin başına geçti. Atası yedinci göbekte Bitlis Hanı ve Şerefname'nin yazarı ünlü Şeref Han'a kadar uzanmakta idi. Hükümdarlık Bedirhan Bey'e babadan kaldı.
Bedirhan Bey genç olmasına rağmen çevredeki Kürt beylerine iktidarını kabul ettirdi. Bedirhan Bey, merkezi Cizira Botan olan eski Botan beyliğinin son beyidir.Bedirhan Bey'in hakimiyeti yalnızca Botan bölgesi ile sınırlı kalmadı,genişledi.
Bedirhan Bey’in başarıları ve etkinlik sahsının genişlemesi,Osmanlı yönetimini rahatsız ediyordu. Bedirhan Bey Osmanlı yönetimine vergi ve asker vermiyordu, kendi bağımsız ordu vardı. Bedirhan Bey kısa bir sürede Bitlis,Hakkari,Muş,Van ve Kars Kürt beylerinin ittifakını sağlayarak Osmanlı egemenliğine karşı birlikte ayaklanmayı içeren “Kutsal Antlaşma”yı gerçekleştirdi. Bu birliğe İran Kürtleri’nin büyük beyliği olan Erdelan Beyliği’ni de dahil etmeyi başardı.Birlikte kaleler gözden geçirildi, yeni kaleler yapıldı, silahlar kontrolden geçirilip askeri güç arttırıldı. Bedirhan Bey usta ve uzman kişileri Cizre’ye getirterek, onların yardımıyla biri barut, diğeri ise silah üreten iki atölye kurdu, yerli uzmanların yetişmesi ve Kürt gençlerinin eğitim görmeleri için onları Avrupa’ya gönderdi. Ermeni ve Asuriler’e karşı dostça bir yaklaşım içinde olan ve Kürtlerin Ermenilerle kız alıp vermesini serbest bırakan Bedirhan Bey’in topraklarına yerleşen her köylüye bir miktar toprak verilirdi ve karşılığında elde ettiği ürünün 1/3’ü istenirdi. Vergi oranı Osmanlıların vergisinden daha düşük düzeyde tutulduğu için civar halkın sempatisi artıyordu. Ticaretin gelişmesini sağlamak ve bölgeyi birbirine bağlamak için Van Gölü’nde deniz taşımacılığını geliştiren Bedirhan Bey,modern gemi inşa tekniklerini öğrenmeleri için de Avrupa’ya öğrenci gönderdi. Nihayet 1842’de bağımsızlık ilan edildi; Cizre başkent oldu. Bayrak çekildi, Kürt liderler Bedirhan hükümetini destekleyeceklerine ve koruyacaklarına dair and içtiler.
Alman subayı Helmut von Moltke'nin kaleme aldığı kitabında Evrex Kalesi (Graf von Moltke, Ausgewählte Werke, Berlin 1925)
Süreç Kürt çoğrafyasının Osmanlı İmparatorluğu’nda ayrılması doğrultusunda gelişiyordu. Bu da İstanbul’un yanı sıra Avrupa devletlerini ürkütüyordu. Batlı misyonerlerin teşvikiyle dostça ilişkiler içinde Asuriler’le Bedirhanlar arasında çelişki yaratılmakta gecikilmedi ve bu noktadan propagandayı geliştiren Batılı devletlerin sultan üzerindeki baskıları, Osmanlı yöneticileri Bedirhan Bey’e karşı hareket etmeye teşvik etti. Mareşal Hafız Paşa, görüşmeler yoluyla Bedirhan Bey’i Osmanlı hakimiyetini tanımasını sağlamakla görevlendirildi. Osmanlı paşaları, sultanın hakimeyitini tanımaları için Kürt Beylerine hediyeler yolluyorlar, ziyaret ediyorlardı. Ama tüm bu çabalar sonuçsuz kaldı. Osmanlı birlikleri Haziran 1841’de üç koldan Bedirhan Bey’e karşı saldırıya geçtiler. Harput, Urfa, Diyarbekir, Erzurum, Bağdat ve Musul bölgelerinde bulunan askeri güçler de bu taarruza katıldı. Bedirhan Bey’in kuvvetleri Osmanlılar’ın sayıca üstünlüğüne rağmen ilk çatışmayı kazandılar. Ne var ki önemli komutanı ve yeğeni olan Yezdan Şer’in ihaneti sonunda Bedirhan Bey küçük bir güçle Evrex Kalesi’ne çekilmek zorunda kaldı. Müttefik aşiretlerin yardıma gelememesi ve Osmanlı ordularının sayıca üstünlüğü, Bedirhan Bey’in görüşme ve antlaşma talebinde bulunmasına neden oldu. 27 Temmuz 1847’de Osmanlı yönetimine teslim oldu. Bedirhan Bey ve Ailesi önce İstanbul’a daha sonra da Girit Adası’na sürgüne gönderildi. Son yıllarını Şam’da geçiren Bedirhan Bey, 1868’de burada öldü. Ancak Bedirhan ailesi, uzun süre Kürt tarihinde iz bırakmaya devam etti.
Ebu Abdullah Şa Baz Bin Dostik
Harputtaki Kürt aşiretlerinden Dostkî’lere mensup Ebu Abdullah Şa Baz Bin Dostik tarafından 981 yılında Meya Farqin’de (Diyarbekir-Sîlwan) kurulan Merwanî Kürt Devleti’nin varlığına, 1085′te Selçuklu Emîri Melikşah tarafından son verildi.
990 yılında Hamdanîlerle yapılan bir savaşta Baz ölünce, yerine yeğeni, Merwan’ın oğlu Ali Hasan geçti. Babasına atfen, devlet Merwanî olarak adlandırıldı. Devletin egemenlik alanı kısa bir sürede gelişti. Güneyde Cudî eteklerinden başlayıp Cizre ve Hasankeyf’e, batıda Harput, kuzeyde Malazgirt ve doğuda Hakkâri’ye kadar uzandı. Çoğu tarihçiye göre, Merwanîlerin zenginliğine göz koyan Melikşah, devletin hükümdarlarından Nasır Nizam El-Dewle’ye memleketi paylaşma teklifinde bulundu; fakat bu teklif reddedilince, Melikşah veziri Fahrüldevle yönetiminde büyük bir ordu göndererek Diyarbakır ve Silvan’ı ele geçirirerek hazinedeki 1 milyon altına el koydu. Mervanî ailesini de Bağdat’ın kuzeyinde bulunan Harbe köyüne sürgüne gönderdi.
Merwanîler döneminde Kurdistan’da birçok cami, medrese, kervansaray, köprü, hamam, su kanalı yapıldı. Meyafarqîn bu dönemde büyük bir ticaret merkezi haline geldi. Emir Ebu Nasr döneminde kültürel ve edebî çalışmalara önem verildi. Devlete sığınan şairler ve bilim adamları himaye edildi. Bu nedenle El Dela, Tihamî, Ebu Riza, Siman El Hotaci gibi birçok yerli ve yabancı şair, şiirlerinde Emir Ebu Nasr’dan övgü ile söz ederler.
Thursday, 17 December 2009
Kur, KRD, Kurda, Gorduene, Kurdî-stan, Kurd-states
1991 yılında Tiflis yakınlarındaki, Dmanisi de bulunan 1,8 milyon yıllık olduğu anlaşılan 6 iskeleti saymazsak, Şanidar da bulunan Neanderthaler iskeleti ( yetişkin bir erkek) 75 000 yılıyla bu bölgede bulunan en eski kalıntı. / Colombia-University of New York/. Araştirmayi yürüten Ralf Solecki iskelet’in bilinçli bir şekilde gömülmüş olmasının, sosyal bir yaşantıya işaret ettiğini belirtiyor.
Arkeolojik kazılar Dağ-Halkları kültürlerinin kalıntılarını ortaya çikardi. Yaklaşık 50.000 ile 40.000 yil öncesine dayanan kalıntılar, Kuşunci, Şanîdar ve Hezarmerd mağaralarında bulundu. Behistun mağarasında bulunan yabani hayvan ve yabani at kemiklerinin o dönemde avcılık yapıldığına işaret ediyor.
Bizim asıl atalarımız olan Homo Sapiens Sapiens, yaklaşık 35 000 ve 30 000 bin yıl önce yaşadığımız yerlere yayılmış. Bradost-Kültürü denen bir yaşam biçimininin kalıntıları Şanidar, Garê-Har ve Kermanşah yakınlarındakı Varvacî mağaralarına bulundu. Avcılık ve Bitki ve kök ile beslenen Sapiens, 28.00 ile 14.000 arası değişen iklim koşullarına yaşam biçimini uyduralgeldi.
M.Ö. 14.000 döneminde iklimin ısınmasıyla insanlar ve hayvanlar daha yükseklerde yaşam alanları buldular. M.Ö. 9.000 yillarından sonraları mağaraları ise mezarlık olarak kullandılar
Der Spiegel dergisi, Urfa/Edesa/Ruha yakınlarindaki Göbekli Tepe’yi kapak konusu yapınca, dünya gözlerini şimdiye kadar keşfedilen en eski şehir’ e çevirdi. 12.000 yıl öncesine dayanan kalıntılar Hem Jericho -11.000 yıl hemde Çatalhöyük’ten 9.000 yıl - daha eski. Prehistoriker ve Arkeoleog Klaus Schmidt’in yıllardır bıkmadan yaptığı kazılarda dinsel anıt’lar ve yerleşik-yaşam izleri buldu.
Aynı konuda Almanya’nın ikinci kanalı ZDF nin yayınladığı „Dökümentasyonda eski ve yeni Ahit“’ten yola çıkarak Cennetin yerini, kitaplardaki tarifleri ve yerlerin adlarını kullanarak, Kurdistanda aramaya çıkıyorlar. Bilimadamlarının verileri onları Van Gölü güneylerine getiriyor ve orada bitiyor. Buralarda bie yerde ama nerede? Diyor araştırmacılar.
Neden Musevi ve Isevi kaynaklar Kuzey Mezopotamya’yı bu kadar önemsiyor?
Hz. Ibrahim Urfa’dan Kaanan ülkesine yola çikığı için mi?
Nuh’un gemisi Agırî/ağrı dağının tepesinde karaya oturduğu için mi?
Şırnak’ in Şehrı-Nuh adını yahudulerden mi aldı?
Prens Charles Kürdistan’da nereyi ziyaret etti, neden?
Arbela/Erbil/Hewler adı Adiabene krallığını kuran yahudilerden mi kaldi? O zaman başkent/payıtaht olan Arbela bugünde Güney Kurdistan’ın da başkenti oldu.
Sorular çok ama biz konumuza geri dönelim.
Nawaliçori Urfa-Fırat bölgesinde yapılan kazılarda artaya çıkan 5 cm yöksekliğinde yaklaşık 500-600° C- derecede pişirilmiş heykelciklerin 8.000 yıl öncesine ait olduğu ortaya çıktı.
Kırman-şah yakınlarındakı Ganşh-Dareh bölgesinde ev hayvanları izleri ortaya çıkarıldı. M.Ö. 8. 7. dönemine ait olan kalıntılar, yapılarda, taş’in yanında kelpiç’ de kullanilmiş. Seramik kalıntıları yanında tahıl ambarlarının olması ekim yapıldığını göstermektedir.
Bununla birlikte en eski Çiftlik denebilecek yapılar yine Kurdistan’da bulunmuştur. Kirkuk’un kuzeyinde ki Carmo/Jarmo/Qalat Carmo da yapılan kazılar en eski buğday’ın izlerini ortaya çıkarmıştır. Chicago Universitesinden Robert John Braidwood ve eşi Linda M.Ö. 7.500 yılına ait olduğunu belirrttikkleri kalıntılarda, ev hayvanlarının izlerini buldular. Çavdar, buğday, mercimek, araka, culbe’ ekimi yapıldığı da ortaya çıkarıldı.
6.750 yıllarına ait seramik kalıntıları yanında kemik-kaşıklarda bulunmuştur. Hayvan yünlerini işleyen Carmolular yiyeceklerini taş tabaklarda koymuslar. Domuz, Keçi, Koyun, ve Köpek evcilleştirmişler. Fasulye, Mercimek çeşitleri, Ceviz, Çam fistığı ve palamutu yiyecek olarak kullanmışlar.
Braidwood Carmo’yu gelecek te şehir kültürlerine prototyp- önörnek olarak gösteriyor.
M.Ö 7.550 – 6.800 yıllarında Diyar-bakir/Amida/Amed
Dıyarbakır’ın kuzeybatısındaki Koyuncu tepesindeki kazılarda 5 katman artaya çıkarılmış.7.500 ve 6.800 arasına tekabül eden bu katmanların ilk ikisinde bir Köpeğin kalıntıları, Fındık ve bir çeşit fasulye bulundu. Üst katmanlarda keçi ve koyun izlerine rastlanıldı ama avlanılmış yabani hayvan izleri de ortaya çıkarıldı.
Bir üst katmanda seramik izlerine ve testi/destî/Kûz ile birlikte bakır (diyar-bakır izlerine rastlanıldı. Bakırdan boncuklar ve iğneler bulundu. En üst katmanda ise bir atölye ye ortaya çıkarıldı.
7.000- 4.000 yıllarında Sîncar Ovası
Magsaliyada ki kazılarda ise köşeli/kare evlere rastlanılmiş. Temeli taştan, duvarları kelpiçten evlerin tabanlarıda ince taşlarla döşenmiş. Kileri ve ısıtma olanakları olan bu evlerin bazıları 100 metrekare.
Kul-Tepe kazılarında ise fırınlanmış ve dekore edilmiş seramiklere rastlanmıştır. Kul-tepe’de ilk tahıl ambarlama ve satma izleri ortaya çıktı. Avcılıkta kullanılan aletler çok az bulunduğundan daha çok tarımdan geçindikleri varsayılıyor.
Işte bu dönem şehirleşmenin baslama tarihi olarak tespit ediliyor. Kürdçe’nin Nord-Kurmanci/Kuzey Kurdmancisi bu döneme kadar kök saldığı ortaya çıkmış. Bugün kü Iran/Fars etkisi altına girmeden once, Nord-Kurmanci’nin Kurdistan bölgesinde yassayan halkların konuştuğu dillerin parçalarından oluşmuş ve bunların köklerinin izlerini ortaya koyabiliyor bilim adamları.
M.Ö. 4.000 ile 3.000 Mezo-potamia ve Kürdlerin Tarihte ilk yazılı anılışı.
Sümerler mezopotamya da Ur, Uruk, Kiş, Lagaş ve Nippur şehirlerini kurdular ve ilk defa yazıyı kullandılar. Güneştanrısı Kral Shin-Su yazıtlarda Kur ülkesini yendiğini söyler. T Sümercede KUR Kuzey Mesopotamyayı tarif eder; Dağlık Bölge, Dağ Halkları anlamına gelir. Kürdçede halen kuzey’e bakûr denir.
Daha sonra eski ve yeni ahitte bu bölgede yaşayan halklardan bahsedilir. Yukarıda değinmiştim, bu verilerden yola çıkarak cennet’i Kurdistanda aramaya geldiler araştırmacılar.
2.350 ile 2.100 arası Akadkalar.
Akadlar döneminde Kur kelimesi Kurdu ve Karda diye anıldı. Savaşçı, güçlü ve Kahraman olarak anlam verildi. Yine bugün Kürdçede Xurt, güçlü ve xort genç demek. Daha sonraki dönemlerde kürdler için savaşçı halk anlamına gelen Kurden adı kullanılmış.
Yine Asur Kralı Tiglat-pilester I, Van gölü güneyinda yaşayan Kurti/Qurti’leri nasıl yendiğini yazıtlarında anlatıyor. Azu Dağı’nın / Hızan Dağı/ bölgesinde Kurti Beglerinin yaşadığı bölgeyi kendine biat ettirdiğini anlatıyor yazitlar.
Asurların ve Hz. Isa’nın dili olan Aramice bizim yaşadığımız bölgede yaklasık 400 yil geçerli dil oldu.
Asurluların hebrew/yahudi köklere, Urartuların Ermeni köklere yakın olduğu bilinir. Ermeni tarihinde Urartu’nun bir parçası olan Nairi ler ermeni olarak geçer. Ama bu Nairi’ler yakın tarihte Nehriler olarak Kürd isyanlarından birini yapmışlardır. Bir akrabalik sözkonusu mu? Evet, genetik olarak Yahudilerle birlikte Ermenilerlede genetik bir yakın akrabalık var.
*********
Churriler/hurriler’ Krallığını ve Mittanni Krallığını Kürdlermi kurdu?
Medler Kürdlerin ataları mı dır?
Kommagene Krallığında Kürd katkısı nedir?
Ferdinand Hennerbichler bu konuya, bize göre, tam tersinden bakıyor ve diyorki, Kürdlerin kökenleri ile ilgili son bilgiler, o bölgede şimdiye kadar varolagelmiş halklar ve dillerin karışmış halidir. Bugünkü Kürdler bu karışımın en üst tabakası. Kurdmanci de irani diller öncesi birçok iz olduğunu söylüyor Hennbichler ve devam ediyor; dil olarak bugün Irani dillere akraba Kürdler ama, son genetik araştırmalar Yahudilerin en yakın genetik akrabasının Kürdler olduğunun kanıtlandığını söylüyor. Aynı kökten gelmeseler bile Kürdler ve Yahudiler çok uzun zaman birlikte medeniyetler kurdular. Diyor. Yani Kürdler tek bir halkın adı değil o bölgede yaşayan bütün halkların genel adı.
Biz Bedirhan ailesi ve Barzani ailesi için yahudi dendiğini biliyoruz ama bu yeni araştırma sonuçları saşırtıcı. Gerçi tarihte Babylon Kralı Nebukadnedzar ile başlayan, Yahudi deportasyonlarının Kurdistana yaopıldığını biliyoruz.
Kısacası bildiğimizden daha derin, detaylı ve karışık, bir tarihimiz var. Her yeni arkeolojik kazı bizim tarihi bilgilerimizi yeniden yenilememizi gerektirecek. Hem zaman-tarihi, hem dil-tarihi hemde din-tarihi açısından.
Kuzeyli, dağ ülkesi, dağ ülkesi halkları, güçlü, savaşçı….. anlamına gelen halklarımızın adı 4.000 yıldan bu yana kısaca şöyle gelişmiş:
Sümerler, Kur, KRD
Akadlar, Kurdu, Kardu, Qurdu Qardu, Quti, Guti
Asurlar, Kurti, Qurti, Quti, Guti
Hititler, Gurda,
babylonlular Kurda, Qurda
Nuhun Peygamber döneminde dünyanın sular altında kalma destanında: Kardu, Qardu
Yahudiler/Ibraniler, K(w)urd
Ermeniler (700.600).M.Ö. Kurt(ukh)
Eski Persler, Kurd, Gurd
Greekler 400.M.Ö. Kyrti-oi, /ülkesi kurdu-chi/ kardu-choi
Romalılar, Cutri, Cyrti-i ülkesi Kardu-chos, Cardu-chi, Kardienon
Araplar, Kurd, ülkesi Kardu
Türkler, Kürt, diye adlandırmiş bu bölge insanını.
Sümerce köklü Kurd ile farsça stan -ülke, toprak-, birleşmiş olabilir mi? Yada kurd- stend yani standin/ almak, ele geçirmek(kurdî) ile birlesmis olabilir. Yani Kürdlerin aldığı yer.
Dr Ferdinand Hennerbichler’in die Herkunft von Kurden çalışması bizim bilmediğimiz daha birçok şaşırtıcı bilgiyle taniştırıyor. Internet versionu, kaynak adresleriyle birlikte, Almanca ve Ingilizce, http://www.fhe.ç/html/Die-Herkunft-von-Kurden.pdf, adresinde.
Filoloji, arkeoloji, tarih ve genetik bilim’ in en son bilgileri ile donanmış bu eser kafamızdaki birçok soruya cevap veriyor.
Ozcan Kaplan
Arkeolojik kazılar Dağ-Halkları kültürlerinin kalıntılarını ortaya çikardi. Yaklaşık 50.000 ile 40.000 yil öncesine dayanan kalıntılar, Kuşunci, Şanîdar ve Hezarmerd mağaralarında bulundu. Behistun mağarasında bulunan yabani hayvan ve yabani at kemiklerinin o dönemde avcılık yapıldığına işaret ediyor.
Bizim asıl atalarımız olan Homo Sapiens Sapiens, yaklaşık 35 000 ve 30 000 bin yıl önce yaşadığımız yerlere yayılmış. Bradost-Kültürü denen bir yaşam biçimininin kalıntıları Şanidar, Garê-Har ve Kermanşah yakınlarındakı Varvacî mağaralarına bulundu. Avcılık ve Bitki ve kök ile beslenen Sapiens, 28.00 ile 14.000 arası değişen iklim koşullarına yaşam biçimini uyduralgeldi.
M.Ö. 14.000 döneminde iklimin ısınmasıyla insanlar ve hayvanlar daha yükseklerde yaşam alanları buldular. M.Ö. 9.000 yillarından sonraları mağaraları ise mezarlık olarak kullandılar
Der Spiegel dergisi, Urfa/Edesa/Ruha yakınlarindaki Göbekli Tepe’yi kapak konusu yapınca, dünya gözlerini şimdiye kadar keşfedilen en eski şehir’ e çevirdi. 12.000 yıl öncesine dayanan kalıntılar Hem Jericho -11.000 yıl hemde Çatalhöyük’ten 9.000 yıl - daha eski. Prehistoriker ve Arkeoleog Klaus Schmidt’in yıllardır bıkmadan yaptığı kazılarda dinsel anıt’lar ve yerleşik-yaşam izleri buldu.
Aynı konuda Almanya’nın ikinci kanalı ZDF nin yayınladığı „Dökümentasyonda eski ve yeni Ahit“’ten yola çıkarak Cennetin yerini, kitaplardaki tarifleri ve yerlerin adlarını kullanarak, Kurdistanda aramaya çıkıyorlar. Bilimadamlarının verileri onları Van Gölü güneylerine getiriyor ve orada bitiyor. Buralarda bie yerde ama nerede? Diyor araştırmacılar.
Neden Musevi ve Isevi kaynaklar Kuzey Mezopotamya’yı bu kadar önemsiyor?
Hz. Ibrahim Urfa’dan Kaanan ülkesine yola çikığı için mi?
Nuh’un gemisi Agırî/ağrı dağının tepesinde karaya oturduğu için mi?
Şırnak’ in Şehrı-Nuh adını yahudulerden mi aldı?
Prens Charles Kürdistan’da nereyi ziyaret etti, neden?
Arbela/Erbil/Hewler adı Adiabene krallığını kuran yahudilerden mi kaldi? O zaman başkent/payıtaht olan Arbela bugünde Güney Kurdistan’ın da başkenti oldu.
Sorular çok ama biz konumuza geri dönelim.
Nawaliçori Urfa-Fırat bölgesinde yapılan kazılarda artaya çıkan 5 cm yöksekliğinde yaklaşık 500-600° C- derecede pişirilmiş heykelciklerin 8.000 yıl öncesine ait olduğu ortaya çıktı.
Kırman-şah yakınlarındakı Ganşh-Dareh bölgesinde ev hayvanları izleri ortaya çıkarıldı. M.Ö. 8. 7. dönemine ait olan kalıntılar, yapılarda, taş’in yanında kelpiç’ de kullanilmiş. Seramik kalıntıları yanında tahıl ambarlarının olması ekim yapıldığını göstermektedir.
Bununla birlikte en eski Çiftlik denebilecek yapılar yine Kurdistan’da bulunmuştur. Kirkuk’un kuzeyinde ki Carmo/Jarmo/Qalat Carmo da yapılan kazılar en eski buğday’ın izlerini ortaya çıkarmıştır. Chicago Universitesinden Robert John Braidwood ve eşi Linda M.Ö. 7.500 yılına ait olduğunu belirrttikkleri kalıntılarda, ev hayvanlarının izlerini buldular. Çavdar, buğday, mercimek, araka, culbe’ ekimi yapıldığı da ortaya çıkarıldı.
6.750 yıllarına ait seramik kalıntıları yanında kemik-kaşıklarda bulunmuştur. Hayvan yünlerini işleyen Carmolular yiyeceklerini taş tabaklarda koymuslar. Domuz, Keçi, Koyun, ve Köpek evcilleştirmişler. Fasulye, Mercimek çeşitleri, Ceviz, Çam fistığı ve palamutu yiyecek olarak kullanmışlar.
Braidwood Carmo’yu gelecek te şehir kültürlerine prototyp- önörnek olarak gösteriyor.
M.Ö 7.550 – 6.800 yıllarında Diyar-bakir/Amida/Amed
Dıyarbakır’ın kuzeybatısındaki Koyuncu tepesindeki kazılarda 5 katman artaya çıkarılmış.7.500 ve 6.800 arasına tekabül eden bu katmanların ilk ikisinde bir Köpeğin kalıntıları, Fındık ve bir çeşit fasulye bulundu. Üst katmanlarda keçi ve koyun izlerine rastlanıldı ama avlanılmış yabani hayvan izleri de ortaya çıkarıldı.
Bir üst katmanda seramik izlerine ve testi/destî/Kûz ile birlikte bakır (diyar-bakır izlerine rastlanıldı. Bakırdan boncuklar ve iğneler bulundu. En üst katmanda ise bir atölye ye ortaya çıkarıldı.
7.000- 4.000 yıllarında Sîncar Ovası
Magsaliyada ki kazılarda ise köşeli/kare evlere rastlanılmiş. Temeli taştan, duvarları kelpiçten evlerin tabanlarıda ince taşlarla döşenmiş. Kileri ve ısıtma olanakları olan bu evlerin bazıları 100 metrekare.
Kul-Tepe kazılarında ise fırınlanmış ve dekore edilmiş seramiklere rastlanmıştır. Kul-tepe’de ilk tahıl ambarlama ve satma izleri ortaya çıktı. Avcılıkta kullanılan aletler çok az bulunduğundan daha çok tarımdan geçindikleri varsayılıyor.
Işte bu dönem şehirleşmenin baslama tarihi olarak tespit ediliyor. Kürdçe’nin Nord-Kurmanci/Kuzey Kurdmancisi bu döneme kadar kök saldığı ortaya çıkmış. Bugün kü Iran/Fars etkisi altına girmeden once, Nord-Kurmanci’nin Kurdistan bölgesinde yassayan halkların konuştuğu dillerin parçalarından oluşmuş ve bunların köklerinin izlerini ortaya koyabiliyor bilim adamları.
M.Ö. 4.000 ile 3.000 Mezo-potamia ve Kürdlerin Tarihte ilk yazılı anılışı.
Sümerler mezopotamya da Ur, Uruk, Kiş, Lagaş ve Nippur şehirlerini kurdular ve ilk defa yazıyı kullandılar. Güneştanrısı Kral Shin-Su yazıtlarda Kur ülkesini yendiğini söyler. T Sümercede KUR Kuzey Mesopotamyayı tarif eder; Dağlık Bölge, Dağ Halkları anlamına gelir. Kürdçede halen kuzey’e bakûr denir.
Daha sonra eski ve yeni ahitte bu bölgede yaşayan halklardan bahsedilir. Yukarıda değinmiştim, bu verilerden yola çıkarak cennet’i Kurdistanda aramaya geldiler araştırmacılar.
2.350 ile 2.100 arası Akadkalar.
Akadlar döneminde Kur kelimesi Kurdu ve Karda diye anıldı. Savaşçı, güçlü ve Kahraman olarak anlam verildi. Yine bugün Kürdçede Xurt, güçlü ve xort genç demek. Daha sonraki dönemlerde kürdler için savaşçı halk anlamına gelen Kurden adı kullanılmış.
Yine Asur Kralı Tiglat-pilester I, Van gölü güneyinda yaşayan Kurti/Qurti’leri nasıl yendiğini yazıtlarında anlatıyor. Azu Dağı’nın / Hızan Dağı/ bölgesinde Kurti Beglerinin yaşadığı bölgeyi kendine biat ettirdiğini anlatıyor yazitlar.
Asurların ve Hz. Isa’nın dili olan Aramice bizim yaşadığımız bölgede yaklasık 400 yil geçerli dil oldu.
Asurluların hebrew/yahudi köklere, Urartuların Ermeni köklere yakın olduğu bilinir. Ermeni tarihinde Urartu’nun bir parçası olan Nairi ler ermeni olarak geçer. Ama bu Nairi’ler yakın tarihte Nehriler olarak Kürd isyanlarından birini yapmışlardır. Bir akrabalik sözkonusu mu? Evet, genetik olarak Yahudilerle birlikte Ermenilerlede genetik bir yakın akrabalık var.
*********
Churriler/hurriler’ Krallığını ve Mittanni Krallığını Kürdlermi kurdu?
Medler Kürdlerin ataları mı dır?
Kommagene Krallığında Kürd katkısı nedir?
Ferdinand Hennerbichler bu konuya, bize göre, tam tersinden bakıyor ve diyorki, Kürdlerin kökenleri ile ilgili son bilgiler, o bölgede şimdiye kadar varolagelmiş halklar ve dillerin karışmış halidir. Bugünkü Kürdler bu karışımın en üst tabakası. Kurdmanci de irani diller öncesi birçok iz olduğunu söylüyor Hennbichler ve devam ediyor; dil olarak bugün Irani dillere akraba Kürdler ama, son genetik araştırmalar Yahudilerin en yakın genetik akrabasının Kürdler olduğunun kanıtlandığını söylüyor. Aynı kökten gelmeseler bile Kürdler ve Yahudiler çok uzun zaman birlikte medeniyetler kurdular. Diyor. Yani Kürdler tek bir halkın adı değil o bölgede yaşayan bütün halkların genel adı.
Biz Bedirhan ailesi ve Barzani ailesi için yahudi dendiğini biliyoruz ama bu yeni araştırma sonuçları saşırtıcı. Gerçi tarihte Babylon Kralı Nebukadnedzar ile başlayan, Yahudi deportasyonlarının Kurdistana yaopıldığını biliyoruz.
Kısacası bildiğimizden daha derin, detaylı ve karışık, bir tarihimiz var. Her yeni arkeolojik kazı bizim tarihi bilgilerimizi yeniden yenilememizi gerektirecek. Hem zaman-tarihi, hem dil-tarihi hemde din-tarihi açısından.
Kuzeyli, dağ ülkesi, dağ ülkesi halkları, güçlü, savaşçı….. anlamına gelen halklarımızın adı 4.000 yıldan bu yana kısaca şöyle gelişmiş:
Sümerler, Kur, KRD
Akadlar, Kurdu, Kardu, Qurdu Qardu, Quti, Guti
Asurlar, Kurti, Qurti, Quti, Guti
Hititler, Gurda,
babylonlular Kurda, Qurda
Nuhun Peygamber döneminde dünyanın sular altında kalma destanında: Kardu, Qardu
Yahudiler/Ibraniler, K(w)urd
Ermeniler (700.600).M.Ö. Kurt(ukh)
Eski Persler, Kurd, Gurd
Greekler 400.M.Ö. Kyrti-oi, /ülkesi kurdu-chi/ kardu-choi
Romalılar, Cutri, Cyrti-i ülkesi Kardu-chos, Cardu-chi, Kardienon
Araplar, Kurd, ülkesi Kardu
Türkler, Kürt, diye adlandırmiş bu bölge insanını.
Sümerce köklü Kurd ile farsça stan -ülke, toprak-, birleşmiş olabilir mi? Yada kurd- stend yani standin/ almak, ele geçirmek(kurdî) ile birlesmis olabilir. Yani Kürdlerin aldığı yer.
Dr Ferdinand Hennerbichler’in die Herkunft von Kurden çalışması bizim bilmediğimiz daha birçok şaşırtıcı bilgiyle taniştırıyor. Internet versionu, kaynak adresleriyle birlikte, Almanca ve Ingilizce, http://www.fhe.ç/html/Die-Herkunft-von-Kurden.pdf, adresinde.
Filoloji, arkeoloji, tarih ve genetik bilim’ in en son bilgileri ile donanmış bu eser kafamızdaki birçok soruya cevap veriyor.
Ozcan Kaplan
Bir Yüzyılın Kürt Ayaklanmaları [20. Yüzyıl]
19. yüzyıl dünya dengelerinin değiştiği ve haritaların uzun bir aradan sonra değişmeye başladığı bir yüzyıl oldu. 20. yüzyılın ilk çeyreği özellikle, Kürtlerin de bulunduğu Ortadoğu’yu değiştirdi ve Osmanlı gibi büyük devletler küçük ülkelere bölündü. Sadece Ortadoğu’da 28 yeni ülkenin kurulduğu bu yüzyılda birçok halk gibi Kürtler de bağımsızlıkları için çeşitli ayaklanmalara başvurdular. Birinci Dünya Savaşı sonrası gelişen politik ve diplomatik süreçte düşündükleri kazanımları elde edemeyen Kürtler, bir yüzyıl boyunca mücadele etmekten de geri durmadılar. Coğrafyaları resmî olarak dört parçaya bölünen ve kimi zaman otonomik haklar elde eden Kürtler, 1900′lerin ilk yarısında kısa ömürlü de olsa bir Kürt Cumhuriyeti kurmayı başardılar.
21. yüzyılın ilk yıllarında federal bir Kürt bölgesinin inşaası da bu temeller üzerinden gelişti ve Kürtler, böylelikle dünya dengeleri içerisinde belirleyici bir unsur haline geldiler. Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, Iran-Irak Savaşı, I. Körfez Savaşı, Rusyanın dağılması ve II. Körfez Savaşı gibi büyük dönemeçler geçiren Kürt halkının bu yüzyılda geçirmiş olduğu savaş ve başkaldırılarda yaklaşık iki buçuk milyon kayıp verdiği sanılmakta.
(19. yüzyılın Kürt isyanları için tıklayın)
1900 ile 2000 yılları arasında Kürt tarihi araştırmacıları tarafından kabul edilen Kürt ayaklanmaları şunlardır:
1905 – Bitlis-Bayezid Ayaklanması
1906 – Bişarê Çeto Ayaklanması
1907-1909 – Dersîm Direnişleri
1908 – Hemawendî Ayaklanması
1909 – Silêmanî Ayaklanması
1913 – Mele Selîm ve Şêx Şehabettîn Ayaklanması
1914 – Barzan Ayaklanması
Barzan Ayaklanması lideri Abdülselam Barzanî, İttihat ve Terakki yönetimine
karşı ayaklandı ve Kürt haklarının tanınmasını istedi (1908-1914).
1919 – Simko (İsmail Ağa) Ayaklanması (1922’ye kadar 3 kez)
24 Nisan 1919 – Uludere Goyî Aşireti Ayaklanması
11 Mayıs 1919 – Elîyê Batê Ayaklanması
21 Mayıs 1919 – I. Berzencî Ayaklanması
27 Eylül 1919 – Kürdoğlu Musa Bey Direnişi (Konya)
Simko Axa, 1919-1930 yılları arasında İran, Rusya, Azerbaycan ve Türkiye gibi
ülkeleri çokça uğraştırdı. Meşhur Mahabad saldırısında 600 İran jandarması
öldürmüş ve fotoğraftaki misyonerleri esir almıştı (1921).
1920 – Şivan Xudo İsyanı
1 Haziran-8 Eylülü 1920 – Milli Aşireti Ayaklanması
20 Mayıs 1920 – Cemilê Çeto Ayaklanması
6 Mart 1921 – Koçgirî Ayaklanması
3 Nisan 1923 – II. Berzencî Ayaklanması
4 Eylül 1924 – Beytüşşebab Ayaklanması
13 Şubat 1925 – Şeyh Said Ayaklanması
Piranlı Şeyh Said 1925 yılında başlattığı ve kendi adıyla anılan Kürt isyanıyla
Türkiye’nin Kürtlere bakış açısını ve bu ülkenin kaderini belirledi.
10 Haziran 1925 – Nehrî Direnişi
7 Ağustos 1925 – Reşkotan ve Raman Direnişi
1926 – Serdar Reşid Ayaklanması (Rewanser - Doğu Kurdistan)
21 Ocak 1926 – Hazro Direnişi
21 Ocak 1926 – Mala Haco Ayaklanması (Nusaybin)
‘Fevkalade Kumandan İhsan Nuri’ Ağrı Ayaklanmasının başkumandanıydı.(1929)
16 Mart 1926 – I. Ağrı Ayaklanması
7 Ekim 1926 – Koçuşağı Ayaklanması
26 Mayıs 1927 – Mutkî Direnişi
13 Eylül 1927 – II. Ağrı Ayaklanması
7 Ekim 1927 – Bicar Direnişi
1928 – Sason - Pervari ve Kozluk Ayaklanmaları
6 Temmuz 1929 – Asî Resûl Ayaklanması
20 Eylül 1929 – Tendürek Direnişi
26 Mayıs 1930 – Savur Direnişi
20 Haziran 1930 – Zilan Ayaklanması
21 Temmuz 1930 – Oramar Ayaklanması
7 Temmuz 1930 – III. Ağrı Ayaklanması
24 Ekim 1930 – Pülümür Ayaklanması
Şeyh Mahmud Berzencî 1919-1930 yılları arasında birkaç kez başkaldırdı ve
Güney Kürdistan Hükümeti’nin kurdu. Yeşil üzerine kırmızı güneş ve beyaz ay
figürlerini taşıyan bayrak bu yıllar arasında Kürdistan bayrağı olarak kullanıldı.
4 Kasım 1930 – III. Berzencî Ayaklanması
Kasım 1931 – Şêx Ehmed Barzanî Ayaklanması
21 Mart 1937 – Dersîm Ayaklanması
2 Mayıs 1941 – Reşîd Ali Geylanî Direnişi
1943 – I. Mele Mustafa Barzanî Ayaklanması
Ölümsüz lider Mustafa Barzanî hayatı boyunca özgür bir Kürdistan için çalıştı.
1943 ve 1961′de ayaklandı. (Kürt lider ve peşmergelerle birlikte - 1946)
1945-1946 – Mahabad Ayaklanması
11 Eylül 1961 – II. Mele Mustafa Barzanî Ayaklanması
16 Mart 1979 – Komela Ayaklanması
15 Ağustos 1984 - Partîya Karkerên Kurdistan Ayaklanması
7 Nisan 1989 - Laçin Kürdistanı - Wekil Mustafayew Ayaklanması
1989 yılında SSCB’nin dağılmaya başlaması üzerine 1923′te ilan edilmiş olan,
Kurdistana Sor (Kızıl Kürdistan) için yeniden girişimde bulunan Wekîl Mustafayev (Wekîlê Misto),
Kürt Direniş Hareketi’nin başkanıydı ve başkent Laçin’de ilan ettiği Laçin Kürdistanı
kısa bir süre sonra Türkiye, İran, Ermenistan ve Azerbaycan’ın ortak girişimiyle ortadan kaldırıldı.
7 Mart 1991 - I. Güney Kürdistan Ayaklanması
4 Ekim 1992 - II. Güney Kürdistan Ayaklanması
Bir Yüzyılın Kürt Ayaklanmaları [19. Yüzyıl]
Babanzade Abdurrahman Paşa'yı gösteren bir gravür (1806).
1500′lü yılların ilk çeyreğinde büyük bir kısmı Osmanlı idaresine geçen Kürdistan’ın, geriye kalanı Safevilerin eğemenliği altındaydı. Kürtlerin her iki tarafta da özerk hakimiyet hakkına sahip Kürt emirleri tarafından yönetilmesi bir süreliğine de olsa Kürtlerin milli iradelerinin ortaya çıkması önünde bir engel teşkil etmişti. Osmanlı ve Safeviler arasındaki çekişmelerin genel itibariyle Kürdistan’da vukuu bulması, çoğu kez bu savaşta taraf bile olmayan Kürtlerin coğrayfasını bir harabeye çevirirken, birçok Kürt aşiretinin yerinin değiştirilmesine ve zamanla asimile edilmesine de sebep oldu.
1639′da Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla resmen vatanları iki parçaya bölünen Kürtler arasında 17. ve 18. yüzyılda kimilerini saymazsak daha çok dinsel ve ekonomik bölgesel başkaldırılara rastlanırken 19. yüzyıl millî Kürt ayaklanmalarının başladığı bir yüzyıl oldu. 1806′da Sûleymanîye’de patlak veren Kürt başkaldırıları kısa bir süre sonra Alevî ve Yezidî Kürt merkezlerine de sıçrayacak ve neredeyse bir yüz yıl boyunca Kürdistan’ın çeşitli bölgelerinde tekrar tekrar ortaya çıkacaktı. Büyük bir kısmı sadece çatışma olmayan, hükümet kurma ve teşkilatlanma gibi sonuçları da olan bu ayaklanmalar, aynı zamanda Kürt soykırımları ve asimilasyonuna da sebebiyet verecekti.
Osmanlı sultanı II. Mahmud’un merkezileştirme politikasına karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıkan ve Osmanlı’nın çöküşünü de hızlandıran bu başkaldırıların en önemlilerinin neredeyse bütün Kürdistan’ı kapsıyor olması ve millî unsurlar barındırması, Fransız İhtilali’nin Kürdistan üzerindeki etkisinin birer yansıması gibi. 1840′ların başında Bedirxan Beg Başkaldırısı ile ortaya atılan ve Şêx Ubeydullahê Nehrî’nin önderliğini yürüttüğü 1880′deki ayaklanma ile olgunlaşan Kürdistan’ın bağımsız devlet olma fikri sonraki yüzyıllarda da etkiye sahip oldu ve modern Kürt milliyetperverliği için birer model oluşturdular.
1800 ile 1900 yılları arasında Kürt tarihi araştırmacıları tarafından kabul edilen ayaklanmalar şunlardır:
1806 - 1808 - Babanzade Abdurrahman Paşa Başkaldırısı / Süleymaniye’den başlayarak Güney Kürdistan’da yayıldı ve bu bölge üzerinde etkili oldu.
1812 - Babanzade Ahmet Paşa Başkaldırısı / Süleymaniye’deki bu ayaklanma II. Babanzade Ayaklanması olarak da adlandırılmaktadır. Ahmet Paşa’nın idamıyla sonuçlanmıştır.
1818 - 1820 Zaza Aşiretleri Başkaldırısı / Dersim ve çevresinde etkili oldu. Yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı bölgede hakimiyet sağlayamadı.
1830 - 1833 Yezidi Kürtleri Başkaldırısı / Rewanduz’da başlayan ayaklanma kısa sürede Hakkari ve çevresine yayıldı.
1832 - 1833 Mir Muhammedê Kor Başkaldırısı / 1810′larda temelleri atılan bu başkaldırı 1832′de patlak verdi Soran, Hewler, Musul ve Şirwan gibi bölgelerde etkili oldu. 16 yıl hüküm süren Soran Kürdistan Prensliği‘nin kurulmasını sağladı.
1838 - I. Xan Mehmûd Başkaldırısı / Müküs Emîri Han Mahmud‘un ilk isyanı Van ve çevresinde büyük bir etkiye sahip oldu ve Kürt emirlikleri arasında bazı birleşme çalışmalarının yapılmasını sağladı.
1839 - Xerzan Başkaldırısı /Diyarbakır, Mardin ve Siirt çevrelerinde etkili olan bu başkaldırı Osmanlıya asker ve vergi vermeyi reddeden Garzan Aşiretleri tarafından başlatıldı ve kısa sürede bir çok bölgeye sıçradı. Hafız Paşa tarafından kanlı bir şekilde bastırılan ayaklanma 214 gün sürmüştü.
1842-1847 - II. Xan Mehmûd İsyanı / Daha önce de başkıldıran Han Mahmud’un sürgünden döndükten sonra başlattığı ayaklanmadır. Sonraları Bedirxan Beg Başkaldırısı ile birleşmiş ve Osmanlı’nın bölgedeki güçlerini yok etmeye yönelik bir ayaklanma olmuştur.
1843 - 1847 - Bedirxan Beg Başkaldırısı / Cizre’den başlayan bu ayaklanma Kürtlerin en gelişmiş bağımsızlık denemelerinden biriydi ve öncesinde Botan Kürdistan Hükümeti kurulmuştu.
1855 - Yezdan İzzettin Şêr Başkaldırısı / Bitlis’te başlayan bu başkaldırı daha önce Bedirxan Beg Başkaldırısı’nı sekteye uğratan Yezdan Şêr tarafından başlatıldı ve kısa sürede bastırıldı.
1877 - 1878 - Bedirxan Osman Paşa Başkaldırısı / Cizre ve Midyat’ta etkili olan bu başkaldırı Osmanlı-Rus savaşında bir Osmanlı paşası olan Bedîrxanî Osman Paşa’nın bölgeye gitmesi ve Kürtlerin içinde bulunduğu durumu görmesi üzerine başlamıştır. Kanlı bir şekilde bastırılan isyan sonrası Osman Paşa idam edilmiştir.
1880-1881 - Şeyh Ubeydullahê Nehrî Başkaldırısı / Şemdinli merkezli başkaldırı, en geniş katılımlı Kürt isyanıydı. Önceleri İran’a karşı başlatıldıysa da Osmanlı’nın İran tarafında yer alması sonucu Osmanlıya yöneldi ve neredeyse bütün Kürdistan coğrafyasında etkili oldu. Kürt millî ideolojisinin de babası kabul edilen Ubeydullahê Nehrî, Seyit Taha’nın oğlu, Osmanlı Şurayı Devlet Reisi ve Kürt Teali Cemiyeti’nin başkanı Seyit Abdülkadir’in babasıydı.
1889 - Emin Ali Bedirhan İsyanı / Erzincan’dan başlayan bu isyan kısa sürede Bayburt’a kadar Kürdistan’ın kuzeyini sardıysa da kısa sürede bastırıldı.)
1500′lü yılların ilk çeyreğinde büyük bir kısmı Osmanlı idaresine geçen Kürdistan’ın, geriye kalanı Safevilerin eğemenliği altındaydı. Kürtlerin her iki tarafta da özerk hakimiyet hakkına sahip Kürt emirleri tarafından yönetilmesi bir süreliğine de olsa Kürtlerin milli iradelerinin ortaya çıkması önünde bir engel teşkil etmişti. Osmanlı ve Safeviler arasındaki çekişmelerin genel itibariyle Kürdistan’da vukuu bulması, çoğu kez bu savaşta taraf bile olmayan Kürtlerin coğrayfasını bir harabeye çevirirken, birçok Kürt aşiretinin yerinin değiştirilmesine ve zamanla asimile edilmesine de sebep oldu.
1639′da Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla resmen vatanları iki parçaya bölünen Kürtler arasında 17. ve 18. yüzyılda kimilerini saymazsak daha çok dinsel ve ekonomik bölgesel başkaldırılara rastlanırken 19. yüzyıl millî Kürt ayaklanmalarının başladığı bir yüzyıl oldu. 1806′da Sûleymanîye’de patlak veren Kürt başkaldırıları kısa bir süre sonra Alevî ve Yezidî Kürt merkezlerine de sıçrayacak ve neredeyse bir yüz yıl boyunca Kürdistan’ın çeşitli bölgelerinde tekrar tekrar ortaya çıkacaktı. Büyük bir kısmı sadece çatışma olmayan, hükümet kurma ve teşkilatlanma gibi sonuçları da olan bu ayaklanmalar, aynı zamanda Kürt soykırımları ve asimilasyonuna da sebebiyet verecekti.
Osmanlı sultanı II. Mahmud’un merkezileştirme politikasına karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıkan ve Osmanlı’nın çöküşünü de hızlandıran bu başkaldırıların en önemlilerinin neredeyse bütün Kürdistan’ı kapsıyor olması ve millî unsurlar barındırması, Fransız İhtilali’nin Kürdistan üzerindeki etkisinin birer yansıması gibi. 1840′ların başında Bedirxan Beg Başkaldırısı ile ortaya atılan ve Şêx Ubeydullahê Nehrî’nin önderliğini yürüttüğü 1880′deki ayaklanma ile olgunlaşan Kürdistan’ın bağımsız devlet olma fikri sonraki yüzyıllarda da etkiye sahip oldu ve modern Kürt milliyetperverliği için birer model oluşturdular.
1800 ile 1900 yılları arasında Kürt tarihi araştırmacıları tarafından kabul edilen ayaklanmalar şunlardır:
1806 - 1808 - Babanzade Abdurrahman Paşa Başkaldırısı / Süleymaniye’den başlayarak Güney Kürdistan’da yayıldı ve bu bölge üzerinde etkili oldu.
1812 - Babanzade Ahmet Paşa Başkaldırısı / Süleymaniye’deki bu ayaklanma II. Babanzade Ayaklanması olarak da adlandırılmaktadır. Ahmet Paşa’nın idamıyla sonuçlanmıştır.
1818 - 1820 Zaza Aşiretleri Başkaldırısı / Dersim ve çevresinde etkili oldu. Yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı bölgede hakimiyet sağlayamadı.
1830 - 1833 Yezidi Kürtleri Başkaldırısı / Rewanduz’da başlayan ayaklanma kısa sürede Hakkari ve çevresine yayıldı.
1832 - 1833 Mir Muhammedê Kor Başkaldırısı / 1810′larda temelleri atılan bu başkaldırı 1832′de patlak verdi Soran, Hewler, Musul ve Şirwan gibi bölgelerde etkili oldu. 16 yıl hüküm süren Soran Kürdistan Prensliği‘nin kurulmasını sağladı.
1838 - I. Xan Mehmûd Başkaldırısı / Müküs Emîri Han Mahmud‘un ilk isyanı Van ve çevresinde büyük bir etkiye sahip oldu ve Kürt emirlikleri arasında bazı birleşme çalışmalarının yapılmasını sağladı.
1839 - Xerzan Başkaldırısı /Diyarbakır, Mardin ve Siirt çevrelerinde etkili olan bu başkaldırı Osmanlıya asker ve vergi vermeyi reddeden Garzan Aşiretleri tarafından başlatıldı ve kısa sürede bir çok bölgeye sıçradı. Hafız Paşa tarafından kanlı bir şekilde bastırılan ayaklanma 214 gün sürmüştü.
1842-1847 - II. Xan Mehmûd İsyanı / Daha önce de başkıldıran Han Mahmud’un sürgünden döndükten sonra başlattığı ayaklanmadır. Sonraları Bedirxan Beg Başkaldırısı ile birleşmiş ve Osmanlı’nın bölgedeki güçlerini yok etmeye yönelik bir ayaklanma olmuştur.
1843 - 1847 - Bedirxan Beg Başkaldırısı / Cizre’den başlayan bu ayaklanma Kürtlerin en gelişmiş bağımsızlık denemelerinden biriydi ve öncesinde Botan Kürdistan Hükümeti kurulmuştu.
1855 - Yezdan İzzettin Şêr Başkaldırısı / Bitlis’te başlayan bu başkaldırı daha önce Bedirxan Beg Başkaldırısı’nı sekteye uğratan Yezdan Şêr tarafından başlatıldı ve kısa sürede bastırıldı.
1877 - 1878 - Bedirxan Osman Paşa Başkaldırısı / Cizre ve Midyat’ta etkili olan bu başkaldırı Osmanlı-Rus savaşında bir Osmanlı paşası olan Bedîrxanî Osman Paşa’nın bölgeye gitmesi ve Kürtlerin içinde bulunduğu durumu görmesi üzerine başlamıştır. Kanlı bir şekilde bastırılan isyan sonrası Osman Paşa idam edilmiştir.
1880-1881 - Şeyh Ubeydullahê Nehrî Başkaldırısı / Şemdinli merkezli başkaldırı, en geniş katılımlı Kürt isyanıydı. Önceleri İran’a karşı başlatıldıysa da Osmanlı’nın İran tarafında yer alması sonucu Osmanlıya yöneldi ve neredeyse bütün Kürdistan coğrafyasında etkili oldu. Kürt millî ideolojisinin de babası kabul edilen Ubeydullahê Nehrî, Seyit Taha’nın oğlu, Osmanlı Şurayı Devlet Reisi ve Kürt Teali Cemiyeti’nin başkanı Seyit Abdülkadir’in babasıydı.
1889 - Emin Ali Bedirhan İsyanı / Erzincan’dan başlayan bu isyan kısa sürede Bayburt’a kadar Kürdistan’ın kuzeyini sardıysa da kısa sürede bastırıldı.)
80 yıllık Kürt Politikası: İlhak, İmha, Asimilasyon ve şeyh said isyanı
isyan Bastırıldı, Zulüm Baki Kaldı
Önceki bölümün son paragrafını hatırlatarak başlayalım bu bölüme:
"Cumhuriyet sonrası gelişen ilk büyük Kürt ayaklanması olan Şeyh Sait İsyanı, Kemalist iktidarın Kürtler karşısında izleyeceği politikanın en keskin biçimde ortaya çıkmasını sağlayacak ve 80 yıl boyunca izlenecek politikalar bu dönemde şekillenecekti..."
Bu anlamda, bu bölümde ele alacağımız yasa ve politikalar ve katliamlar, etkisini 80 yıl boyunca sürdürecek olaylardır.
Fiilen 1925'te başlayan Şeyh Sait İsyanı'nın fikri hazırlıkları esas olarak 1920'ye kadar uzanır. Hazırlıklar, 1923'te somut bir örgütlülüğe dönüştü; gizlilik temelinde çalışan Kürt örgütleri 1923'ün Mayıs'ında birleşerek "Kürdistan İstiklal Cemiyeti"ni (Azadi) kurdular.
Azad gizliliği esas alıyordu. Beş kişiden oluşan hücreler şeklinde örgütlenmişti. Cemiyet'in başkanı Albay Cibranlı Halit Bey'di. Azadi Cemiyeti Elazığ, Bitlis, Diyarbakır, Urfa, Siirt, Darahini ve bunların yanı sıra daha birçok yerde örgütlenmeyi başardı. Cemiyet, ordu içinde de örgütlenmeler yaratmaya çalıştı.
Cibranlı Halit Bey, yürüttüğü çalışmalarla önemli aşiret liderleriyle ve Kürt halkı üzerinde etkinliği bulunan şeyhlerle ilişki kurdu. Cemiyet Şeyh Sait'le de ilişki geliştirmekle özel olarak ilgilenmişti. Çünkü Şeyh Sait etkin bir nüfuza ve büyük bir servete sahipti.
1924 yılı başında cemiyetin organizasyonuyla yapılan toplantılarda, "Kürt aşiretlerinin silahlandırılması ve Milletler Cemiyeti'ne Suriye aracılığıyla Kürtler'e yardım edilmesini isteyen bir mesaj gönderilmesi" kararlaştırıldı.
Ayaklanma hazırlıkları tüm hızıyla sürürken, çeşitli aşiretlerin bildirmesiyle Ankara Hükümeti de harekete geçti. Mustafa Kemal'in verdiği emirle, örgütlenmeyi gerçekleştiren Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya Bey 1924 Ekim'inde yakalanarak Bitlis'e götürüldüler. Bu tutuklamaların ardından Erzurum Kongresi üyelerinden ve şimdi isyan safında olan Hacı Musa Bey de tutuklandı.
Tutuklamalardan sonra Şeyh Sait, Azadi Cemiyeti'nin başkanlığına seçildi. Cemiyet ayaklanarak tutuklanan Kürt yöneticileri kurtarma kararı aldıysa da, Kemalist iktidar elini daha çabuk tuttu. 1925 Mart'ında Yusuf Ziya Bey asılarak, Cibranlı Halit Bey ise kurşuna dizilerek öldürüldüler.
Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza, ayaklanma hazırlığı için 1924 Kasım'ında Halep'e gitmiş ve orada Türkiye, Suriye ve Irak'tan çok sayıda Kürt temsilcisinin katıldığı bir kongre yapılmıştı. Kongrede ayaklanma kararı alındı ve ayaklanma için Newroz Bayramı olan 21 Mart 1925 günü kararlaştırıldı.
Bu sırada Türkiye'de birçok bölgede Kürtler'e yönelen baskılar nedeniyle hoşnutsuzluk had safhadaydı. Bu bölgelerin başındaysa Dersim gelmekteydi. Ancak çeşitli görüş ayrılıkları ve bazı Dersim aşiretlerinin Kemalist iktidardan beklentileri nedeniyle, Dersim aşiretleri Şeyh Sait Ayaklanması içerisinde yeralmayacaklardı.
İsyan zamanından önce
başlıyor
Cumhuriyet'ten sonra Kürt halkındaki hoşnutsuzluk o kadar yaygınlaşmıştı ki, köy köy, kasaba kasaba gezen Şeyh Sait'in her gittiği yerde, yanında, yüzlerce silahlı insan toplanıyordu.
Şeyh Sait, bu gezilerin birinde, 5 Şubat 1925'te yanındaki yüzlerce silahlı atlı ve birçok aşiret reisiyle kardeşi Abdurrahim'in Ergani Kazası Piran Köyü'nde bulunan evine geldi. Şeyh Sait'in köye gelişinden 3 gün sonra bir ordu müfrezesi Şeyh Sait'in yanında bulunan bazı Kürtler'in arandığını ve bunların kendilerine teslimini istedi.
Ayaklanmanın zamansız bir şekilde başlamasını istemeyen Şeyh Sait, bu isteği "buraya beraber geldik ve onlar arkadaşımızdır. Sizden ricam, ben burada olduğum sürece onlara herhangi bir kötülük etmemenizdir. Ben buradan çıktıktan sonra istediğinizi yapmakta serbestsiniz" (M. Toker Şeyh Sait ve isyanı syf. 37) diyerek cevapladı. Müfrezenin başında bulunan üsteğmen Hasan Hüsnü Efendi arananların teslim edilmesinde ısrarcı olunca çatışma başladı. Çatışma sonucunda bir subay, iki er öldürülürken, müfrezeden sağ kalanlar tutsak edildi. Bu çatışma ayaklanmanın hesaplanandan önce başlamasının da nedeni oldu. Piran'daki çatışmayı duyan Şeyh Sait'in kardeşi Şeyh Tahir 10 Şubat'ta Lice Postanesi'ne el koydu. Bu gelişmeler karşısında Şeyh Sait'e ayaklanmayı yaymaktan başka çare kalmıyordu. Ok yaydan çıkmıştı.
14 Şubat'ta Şeyh Sait, sayıları 10 bini bulan adamıyla birlikte Genç şehrini ele geçirdi. Buradaki vali ve diğer hükümet yetkililerini tutukladı. Ayaklanmacılar ilk yasalarını çıkararak Genç'i "Kürdistan'ın geçici başkenti" ilan ettiler. Toplanan vergiler ve tutsak alınanlar, Genç şehrine gönderilmeye başlandı.
Ayaklanmacılar ayrıca bir bildiri yayınlayarak, "ağır ve menfur öşür vergisinin ortadan kaldırıldığını" ilan edip, halkı, ayaklanmacılara besin maddesi temin etmeye çağırdılar. Bu önemli girişim, büyük bir bölümü silah elde Kemalist iktidarın ulusal ve ekonomik baskısına karşı çıkan geniş köylü kitleleri arasında ateşli destek buldu. (Celile Celil, vd., Yeni ve Yakın Çağda Kürt Siyaset Tarihi, syf. 152)
Ancak bu gelişmelere karşın, Kürtler henüz genel bir ayaklanmaya hazır olmaktan uzaktılar. Ansızın çakılan bu kıvılcım karşısında şaşkınlık hakimdi. Azadi'nin pek çok şehirdeki üyeleri, "örgüt kararı ile bu kıyam hareketinin yapıldığı ihtimalini çok uzak görüyorlardı". Bu nedenle tereddüt içinde idiler.
Yine de Kemalistler'in her geçen gün artan baskısı, Şeyh Sait'in bölgedeki nüfusu, bölgenin coğrafi yapısının düzenli bir ordunun hemen harekata girişmesine engel olması gibi nedenlerden ötürü ayaklanma kısa sürede Kürdistan'ın birçok yerine yayıldı. Şubat ayı sonunda Lice ve Hani Kürt askeri güçleri tarafından ele geçirildi. Bu sırada Diyarbakır'ın kuzeyindeki Tala adlı yerleşim yerinde konumlanan isyancıların sayısı 20 bini bulmuştu. 29 Şubat'ta Kürtler, Elazığ'a bağlı Maden ve Çermik'te ayaklandı. Bu iki şehirdeki kuvvetler birleşerek Ergani'yi ele geçirdiler.
İlerleyen Kürt isyanının önüne koyduğu hedef Diyarbakır'ın ele geçirilmesiydi. Diyarbakır, kurulacak Kürdistan Devleti'nin başkenti olacaktı. Bu isteğe karşın Şeyh Sait emrinde bulunan güçlerin Diyarbakır'ı almak için yeterli olmadığını biliyordu. Bu nedenle Diyarbakır halkını kendi yanına çekebilecek süreyi kazanmak için Diyarbakır il idarecileriyle görüşmelere başladı. Şehrin teslim edilmesini istedi. Bu istek kabul edilmeyince Kürt kuvvetleri Mart ayı başında çeşitli yönlerden şehre saldırdı.
Bu başarısız saldırı sonrasında Şeyh Sait, kuvvetlerine geri çekilme talimatı verdi. İsyancılar ilk başarılarına rağmen gün geçtikçe kan kaybediyorlardı. Etrafları kuzeyden ve güneyden büyük askeri birlikler tarafından sarılmıştı. Ordu karşısında tutunamayan Şeyh Sait'in kuvvetleri, Hani vadilerine, oradan da küçük gruplara ayrılarak Palo, Genç ve Çapakçur ormanlarına çekildiler.
Ordu birlikleri 26 Mart'ta Diyarbakır, Elazığ ve Varto üzerine güçlü bir saldırı başlattı.
Ayaklanmanın başlangıcından kısa bir süre sonra, Ordu, isyancılara karşı üstün duruma geçmişti. "Türk ordusunun ilerlemesinin nedenleri; Elazığ ve diğer illerdeki kargaşalık, başıbozukluk, talan ve Kürt önderleri arasındaki anlaşmazlıklar, onlardan ve aşiret reislerinden bazılarının (özellikle Elazığ'daki aşiretlerin) Türk tarafına gitmeleriydi. Örneğin, Oxha'lı aşiret reisi Necip Ağa ve Elazığ beyleri, öte yandan Dersim'in doğusundaki Kiferan, Lolan, Abuzalan ve Soran gibi aşiretler, ... Xormik aşireti, Türk idarecilerini destekledi". (M. Arseneviç Haretyan, vd., 1925 Kürt Ayaklanması, syf. 18-19)
3 Nisan'da Kazım Paşa komutasındaki 5. Kolordu'yla Kürtler'in yaklaşık 5 bin kişiden oluşan bir grubu arasında çarpışmalar yaşandı. Şeyh Sait'in kuvvetleri yiğitçe direndilerse de sonuçta verdikleri kayıplar karşısında ormanlara çekildiler. 6 Nisan günü ise hükümet kuvvetleri Şeyh Sait'in bulunduğu Çapakçur'a girdi. Bunun üzerine Şeyh Sait yanındaki 300 atlıyla Solhan'a çekildi. Bu sırada Karaköse'de bulunan hükümet kuvvetlerinin Hayderan ve Ademan aşiretlerinin de yardımıyla saldırıya geçmesi karşısında kimi aşiret güçleri İran'a geçtiler. Ancak İran hükümeti de isyancılara saldırmakta tereddüt etmedi.
Sıkıyönetim,
olağanüstü hal,
İstiklal Mahkemeleri...
Hükümet ve basın, ayaklanmayı ilk başlarda küçük çaplı ve kısa sürede ezilecek sıradan bir olay olarak yansıttı. Örneğin 16 Şubat 1925 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'ndeki kısa haberde şöyle deniyordu;
"Şubat'ın onüçüncü günü Ergani'nin Piran köyündeki jandarma müfrezesi ile o civara gelen Şeyh Sait Bediüzzaman ve avanesi arasında bir müsademe olmuş, telefon ve telgraf hatları tahrip edilmiştir. Yetişen kuvvetler üzerine Şeyh ve avanesi kaçmışlardır."
18 Şubat günü toplanan meclistede bir milletvekilinin sorusu üzerine İçişleri Bakanı şunları söylüyordu; "Genç'te Şeyh Sait adında bir eşkiya türemiş... Fakat hükümetin aldığı sert tedbirler, O'nu en kısa sürede ortadan kaldıracaktır". (Behçet Cemal, Şeyh Sait isyanı, syf. 39)
Ne var ki kamuoyuna yönelik bu açıklamalar yapılırken, iktidar kapsamlı hazırlıklar içindeydi.
22 Şubat gecesi Cumhurbaşkanını, Bakanlar Kurulu ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın katıldığı toplantıda ayaklanma bölgesinde sıkıyönetim ilan edilmesi kararı alındı. Daha sonra TBMM'de onaylanan karar şöyleydi; "Ergani ilinin bir kısmında devletin silahlı güçlerine karşı meydana gelen silahlı ayaklanma Diyarbakır, Elazığ, Genç illerine de yayılmış ve daha da genişlemeye elverişli görülmüş olduğundan, Genç, Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van ve Hakkari illeriyle Erzurum'un Kiği ve Hınıs ilçelerinde bir ay süre ile sıkıyönetim ilan edilmiştir".
25 Şubat'ta da 556 No'lu "Vatana İhanet Kanunu"nun 1. maddesinde yapılan değişiklikle, "dini esaslar üzerine siyasi cemiyet kurmak ve siyasi amaçlara varma doğrultusunda faaliyet yürütmek" vatan hainliği olarak tanımlandı.
Bu arada bir kısım milletvekili de, iktidardaki Fethi Bey hükümetinin ayaklanmayı bastırmada yeterli iradeyi gösteremediğini söylüyordu. 2 Mart'ta, "ayaklanmanın sertlikle bastırılmasını isteyen" bir önergenin 60'a karşı 94 oyla kabul edilmesi üzerine Fethi Bey hükümeti istifa etti. 3 Mart'ta İsmet İnönü yeni hükümeti kurdu.
İsmet İnönü'nün mecliste yaptığı ilk açıklama, nasıl bir politika izleyeceğini de gösteriyordu zaten: "Memleketi fitnelerden koruyacağız, emniyet ve istikrarı yerleştireceğiz. Devletin hakimiyetini, zorunlu gördüğümüz özel tedbirler aracılığıyla her alanda daha da güçlendireceğiz." (Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, syf. 82)
İsmet İnönü, önceki hükümetin aldığı önlemlerle yetinmeyerek hemen meclisten Takrir-i Sükun Yasası'nı çıkarttırdı ve Diyarbakır ve Ankara'da iki İstiklal Mahkemesi kurdurttu.
'Sükunet' için muhalefeti
susturmak gerek!
Takrir, "yerleştirme" demekti. Takrir-i Sükun Yasası, "Sükuneti yerleştirme" demek oluyordu. Peki sükunet nasıl yerleştirilecekti? Elbette başta Kürt isyancılar olmak üzere tüm muhalefeti susturarak.
İşte bu yüzden önceki bölümde kısaca sözettiğimiz gibi, Takrir-i Sükun Yasası'nın ve İstiklal Mahkemeleri'nin terörü, sadece Kürtler'i hedef almakla kalmadı.
O sıralar, TBMM'deki tek muhalefet partisi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'ydı. Fakat muhalefetin bu kadarı karşısında bile Kemalist iktidar tahammülsüzdü. Elde hazır Takrir-i Sükun gibi bir yasa ve İstiklal Mahkemeleri gibi bir mahkeme varken, bu muhalefetten de kurtulunmalıydı!
Şark İstiklal Mahkemesi 25 Mayıs 1925'te görev bölgesi içindeki bütün Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) Şubeleri'ni "ayaklanmayı dolaylı olarak kışkırtmak" suçlamasıyla kapattı. Fırka yöneticilerinin kendilerini "ayaklanmayla bir ilgileri bulunmadığı" yönünde savunması hiçbir işe yaramadı.
Ankara İstiklal Mahkemesi de "dini siyasete alet ettikleri" gerekçesiyle bazı fıkra üyeleri hakkında dava açtı. Bu davada yargılanan sanıklar 5-15 yıl kürek, müebbet hapis gibi çeşitli cezalara çarptırılırken, mahkeme TCF programındaki "dinsel düşünce ve inançlara saygı" ilkesiyle gericiliğin kışkırtıldığının kanıtlandığını(!) belirterek hükümetten gereğini yapmasını istedi... Ve nitekim Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 3 Haziran 1925'te kapatıldı. O zaman başlayan tek parti dönemi 1945'e kadar sürecekti.
Şark İstiklal Mahkemesi, 7 Haziran günü aldığı kararla da; Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, İlhami Safa, Gündüz Nadir, Eşref Edip, Ahmet Emin Yalman, Ahmet Şükrü Esmer, Suphi Nuri İleri gibi daha birçok gazeteciyi ayaklanmayı dolaylı olarak kışkırttıkları iddiasıyla tutukladı.
7 Mart'ta ülkenin bazı yerlerinde "olağanüstü durum" ilan edildi. Mustafa Kemal halka, memurlara ve askerlere bir çağrı yaparak, ayaklanmayı bastırmak için hükümete yardım etmelerini, yayınlanan emir ve talimatlara uymalarını istedi.
M. Kemal'in çağrısının ardından Ankara İstiklal Mahkemesi yaptığı açıklamada "ayaklanmaya yardım edenlerin, askeri hizmetlerden kaçanların ayaklanmacılarla bir tutulacağını" açıkladı.
Bu arada Şeyh Sait İsyanı'nı bastırmakla görevlendirilen ordu birliklerinin komutanlığına getirilen General Kemalettin Sami Paşa, "bu görevi başarmak" için hükümetten üç şey istedi:
1) Ayaklanmanın en sert şekilde bastırılması. / 2) Ayaklanma içerisinde yer alsın almasın bütün Kürtler'in silahsızlandırılması. / 3) Kürtler'in çeşitli bölgelere çoğunluk oluşturmayacak şekilde dağıtılması ve Türkler'in Kürtler'in yoğun olduğu bölgelere yerleştirilmesi gerektiğiydi.
Hükümet bu üç isteği de yerine getirecek düzenlemeleri yaptı.
İsyan bitiyor,
zulüm baki kalıyor
Nisan ayı başında ordu yaptığı açıklamayla Şeyh Sait'i sağ olarak yakalayana 1000 altın lira, ölü olarak hükümete teslim edene ise 700 altın lira verileceğini ilan etti. Ayrıca bunu yapacak kişiler ayaklanma kuvvetlerinden olursa haklarında hiçbir soruşturmada yapılmayacaktı (Hangi zulüm ihanete ve pişmanlığa çağrı yapmadan hükmetmiş ki!).
Nisan ayı ortalarında isyanın temel güçlerinin etrafı Genç Ovası'nda sarıldı ve isyancılar bozguna uğratıldı. 15 Nisan'da Şeyh Sait ve ayaklanmanın önde gelen isimlerinden 26 kişi Murat Çayı üzerinde tutsak edildiler.
Yönetim kadrosu dağılan Kürt güçler, Muş'un kuzeybatısındaki Şerafettin Dağı'na çekildiler. Burada kıstırılan kuvvetlerin büyük bir kısmı katledildi.
Ayaklanma nisan ayı ortalarında bastırılmasına karşın Ordu "ezme" harekatına devam ederken, hükümet de durmadan yeni baskı yasaları çıkarıyordu.
40 bin kişilik Kürt isyancı güçlerine karşı, 200 bin asker ve 12 uçak seferber edilmişti. Devlet, bu harekat için 50 milyon lira, yani o zamanki Türkiye'nin yıllık bütçesinin dörtte birini harcamıştı.
Ayaklanmanın bastırılmasının ardından sıra "yargılamaya" gelmişti. Gerçekte bir "yargılama"dan çok iktidarın verdiği idam, müebbet, sürgün kararlarının tebliği sözkonusuydu. "Yargılamalar"da Kürt senatörler, milletvekilleri de kanıtsız idam sehpalarına gönderildiler.
Şeyh Sait'in de içinde olduğu grubun Diyarbakır İstiklal Mahkemesi'ndeki davası 1 ay sürdü. 29 Haziran 1925'te açıklanan kararda Şeyh Sait, aşiret reisleri, şeyhler, subaylar da içinde olmak üzere, 47 kişi idam cezasına çarptırıldı. İdam kararı ertesi gün uygulandı. Şeyh Sait'in idam sehpası önündeki son sözleri şöyle oldu: "Tabii hayat sona erdi. Kendimi milletimin yolunda feda ettiğime hiçbir şekilde pişman değilim. İleride torunlarımızın bizden dolayı düşman önünde utanç duymamaları bizim için yeterlidir." (M. Arseneviç Haretyan, vd., 1925 Kürt Ayaklanması, Syf.38)
1925 Eylül ayı sonuna kadar yüzlerce dava açıldı ve dosyalar yüzlerce idam kararıyla sonuçlandırıldı. Bu konuda elimizde kesin rakamlar yoktur, çünkü o günden bu yana gizlenmeştir, fakat İstiklal Mahkemesi'nin, sadece Palo ve Çapakçur'da 400 Kürt gencini astırdığı düşünülürse, toplam rakamın binler olduğu tahmin edilebilir.
Keldaniler, Miramiler,
Atrusiler... Artık
Anadolu'da onlar yok!
Şeyh Sait İsyanı'na ilişkin bölümü bitirirken, tarihi bir bilgi olarak, Kemalist iktidarın "Türkleştirme" baskılarının sadece Kürtler'le sınırlı kalmadığını gösteren birkaç not aktaralım.
Şeyh Sait İsyanı sırasındaki baskılar, bölgedeki Keldaniler'e ve Yakubi hristiyanlara da yöneldi. Köyler basıldı, katliamlar yapıldı, sonu belirsiz sürgün kararları yürürlüğe konuldu.
Ordunun baskılarından dolayı, o dönemde Irak'a sığınanların listesi Anadolu'da farklı milliyet ve inançtan halkların nasıl yokedildiğinin de bir göstergesidir; 1926'da Irak'tan sığınma hakkı isteyen kesimler arasında "bilinmeyen sayıda Mirami; 7.000 Goyan; Tur Abdin bölgesinden 1.000 Hiristiyan; ve yaklaşık 10.000 Atrusi" bulunuyordu. (Bkz. Kürt milliyetçiliğinin tarihi, Wadie Jwaideh, syf. 401)
Artık, isimleri bile artık hiç aşina gelmeyen bu topluluklardan Anadolu'da hiçbir iz, eser bırakılmamıştır.
Şovenizm artık hakim
politikadır
Kemalist iktidar, o dönemki gerici, asimilasyoncu politikasını ve katliamlarını aklamak için, Şeyh Sait İsyanı'nın kah İngiliz kışkırtması, kah şeriatçı bir ayaklanma olduğunu ileri sürmüştür.
Aslında bizzat İstiklal Mahkemesi'nin kararı bile, bu iddiayı çürütmektedir. O karar şöyle diyordu: "Kiminiz hükümet otoritesinin kötü yönetimini, kiminiz de halifeliğin savunuculuğunu isyan için bahane ettiniz. Fakat tümünüz bağımsız bir Kürdistan yaratma sorununda birleştiniz." (Azgelişmişlik Sürecinde Geri Bıraktırılmışlık, Syf. 238)
Bu ayaklanma görüldüğü gibi feodal bir toplumsal zeminde, dini bir liderlik altında, aşiretlerin küçük burjuva diktatörlüğe karşı ulusal içerikli taleplerle ayaklanmasıdır. Ayaklanmada dini motiflerin işlenmiş olması ezilen, baskı gören, asimilasyona tabi tutulan bir halkın, Kemalistler'in ırkçı, şovenist müdahalesine karşı başkaldırma haklılığını ortadan kaldırmaz.
Ayaklanma, haksızlığından değil, nesnel ve öznel koşulların yetersizliğinden yenilmiştir. Şeyh Sait İsyanı'nın bastırılabilmesinin nedenleri Kürt toplumunun nesnel koşullarındaydı; ulusal bir bütünlük sağlanamamış, ayaklanma bütün Kürdistan'ı kucaklayamamıştı. Bazı aşiretler "tarafsız" kalırken, bazı aşiretlerse ayaklanmanın başlamasıyla devlete bağlı olduklarını belirterek, orduyla birlikte ayaklanmanın bastırılmasında yeraldılar.
İkinci olarak, ayaklanma güçlü bir örgütlülüğe sahip değildi. Cibranlı Halit Bey, Yusuf Ziya Bey gibi deneyimli Kürt aydınlarının ayaklanma öncesi tutuklanarak katledilmeleri sonucunda hareketin önderliği zayıflamıştı. Şeyh Sait'in, isyana katılanların fedakarlık ve cesaretleri önemliydi. Ancak bunlar politik bir önderlik olmadan ayaklanmayı zafere götürmek için yeterli olamazdı.
Şeyh Sait İsyanı'nın bastırılmasında, Kürdistan'ın Misak-ı Milli içinde kalan bölümü, kan gölüne dönüştürülmüştür. Kan gölünden kurtulanlar ise, göç yollarına sürülmüştür. Kan gölünün kaynağındaki politika ise, küçük-burjuva diktatörlüğünün her türlü muhalefeti sindirme ve Kürtlüğü yoketmeyi amaçlayan şovenizmidir. Ki o şovenizm, cumhuriyetin bir "ilkesi" gibi, günümüze kadar sürecekti.
Önceki bölümün son paragrafını hatırlatarak başlayalım bu bölüme:
"Cumhuriyet sonrası gelişen ilk büyük Kürt ayaklanması olan Şeyh Sait İsyanı, Kemalist iktidarın Kürtler karşısında izleyeceği politikanın en keskin biçimde ortaya çıkmasını sağlayacak ve 80 yıl boyunca izlenecek politikalar bu dönemde şekillenecekti..."
Bu anlamda, bu bölümde ele alacağımız yasa ve politikalar ve katliamlar, etkisini 80 yıl boyunca sürdürecek olaylardır.
Fiilen 1925'te başlayan Şeyh Sait İsyanı'nın fikri hazırlıkları esas olarak 1920'ye kadar uzanır. Hazırlıklar, 1923'te somut bir örgütlülüğe dönüştü; gizlilik temelinde çalışan Kürt örgütleri 1923'ün Mayıs'ında birleşerek "Kürdistan İstiklal Cemiyeti"ni (Azadi) kurdular.
Azad gizliliği esas alıyordu. Beş kişiden oluşan hücreler şeklinde örgütlenmişti. Cemiyet'in başkanı Albay Cibranlı Halit Bey'di. Azadi Cemiyeti Elazığ, Bitlis, Diyarbakır, Urfa, Siirt, Darahini ve bunların yanı sıra daha birçok yerde örgütlenmeyi başardı. Cemiyet, ordu içinde de örgütlenmeler yaratmaya çalıştı.
Cibranlı Halit Bey, yürüttüğü çalışmalarla önemli aşiret liderleriyle ve Kürt halkı üzerinde etkinliği bulunan şeyhlerle ilişki kurdu. Cemiyet Şeyh Sait'le de ilişki geliştirmekle özel olarak ilgilenmişti. Çünkü Şeyh Sait etkin bir nüfuza ve büyük bir servete sahipti.
1924 yılı başında cemiyetin organizasyonuyla yapılan toplantılarda, "Kürt aşiretlerinin silahlandırılması ve Milletler Cemiyeti'ne Suriye aracılığıyla Kürtler'e yardım edilmesini isteyen bir mesaj gönderilmesi" kararlaştırıldı.
Ayaklanma hazırlıkları tüm hızıyla sürürken, çeşitli aşiretlerin bildirmesiyle Ankara Hükümeti de harekete geçti. Mustafa Kemal'in verdiği emirle, örgütlenmeyi gerçekleştiren Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya Bey 1924 Ekim'inde yakalanarak Bitlis'e götürüldüler. Bu tutuklamaların ardından Erzurum Kongresi üyelerinden ve şimdi isyan safında olan Hacı Musa Bey de tutuklandı.
Tutuklamalardan sonra Şeyh Sait, Azadi Cemiyeti'nin başkanlığına seçildi. Cemiyet ayaklanarak tutuklanan Kürt yöneticileri kurtarma kararı aldıysa da, Kemalist iktidar elini daha çabuk tuttu. 1925 Mart'ında Yusuf Ziya Bey asılarak, Cibranlı Halit Bey ise kurşuna dizilerek öldürüldüler.
Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza, ayaklanma hazırlığı için 1924 Kasım'ında Halep'e gitmiş ve orada Türkiye, Suriye ve Irak'tan çok sayıda Kürt temsilcisinin katıldığı bir kongre yapılmıştı. Kongrede ayaklanma kararı alındı ve ayaklanma için Newroz Bayramı olan 21 Mart 1925 günü kararlaştırıldı.
Bu sırada Türkiye'de birçok bölgede Kürtler'e yönelen baskılar nedeniyle hoşnutsuzluk had safhadaydı. Bu bölgelerin başındaysa Dersim gelmekteydi. Ancak çeşitli görüş ayrılıkları ve bazı Dersim aşiretlerinin Kemalist iktidardan beklentileri nedeniyle, Dersim aşiretleri Şeyh Sait Ayaklanması içerisinde yeralmayacaklardı.
İsyan zamanından önce
başlıyor
Cumhuriyet'ten sonra Kürt halkındaki hoşnutsuzluk o kadar yaygınlaşmıştı ki, köy köy, kasaba kasaba gezen Şeyh Sait'in her gittiği yerde, yanında, yüzlerce silahlı insan toplanıyordu.
Şeyh Sait, bu gezilerin birinde, 5 Şubat 1925'te yanındaki yüzlerce silahlı atlı ve birçok aşiret reisiyle kardeşi Abdurrahim'in Ergani Kazası Piran Köyü'nde bulunan evine geldi. Şeyh Sait'in köye gelişinden 3 gün sonra bir ordu müfrezesi Şeyh Sait'in yanında bulunan bazı Kürtler'in arandığını ve bunların kendilerine teslimini istedi.
Ayaklanmanın zamansız bir şekilde başlamasını istemeyen Şeyh Sait, bu isteği "buraya beraber geldik ve onlar arkadaşımızdır. Sizden ricam, ben burada olduğum sürece onlara herhangi bir kötülük etmemenizdir. Ben buradan çıktıktan sonra istediğinizi yapmakta serbestsiniz" (M. Toker Şeyh Sait ve isyanı syf. 37) diyerek cevapladı. Müfrezenin başında bulunan üsteğmen Hasan Hüsnü Efendi arananların teslim edilmesinde ısrarcı olunca çatışma başladı. Çatışma sonucunda bir subay, iki er öldürülürken, müfrezeden sağ kalanlar tutsak edildi. Bu çatışma ayaklanmanın hesaplanandan önce başlamasının da nedeni oldu. Piran'daki çatışmayı duyan Şeyh Sait'in kardeşi Şeyh Tahir 10 Şubat'ta Lice Postanesi'ne el koydu. Bu gelişmeler karşısında Şeyh Sait'e ayaklanmayı yaymaktan başka çare kalmıyordu. Ok yaydan çıkmıştı.
14 Şubat'ta Şeyh Sait, sayıları 10 bini bulan adamıyla birlikte Genç şehrini ele geçirdi. Buradaki vali ve diğer hükümet yetkililerini tutukladı. Ayaklanmacılar ilk yasalarını çıkararak Genç'i "Kürdistan'ın geçici başkenti" ilan ettiler. Toplanan vergiler ve tutsak alınanlar, Genç şehrine gönderilmeye başlandı.
Ayaklanmacılar ayrıca bir bildiri yayınlayarak, "ağır ve menfur öşür vergisinin ortadan kaldırıldığını" ilan edip, halkı, ayaklanmacılara besin maddesi temin etmeye çağırdılar. Bu önemli girişim, büyük bir bölümü silah elde Kemalist iktidarın ulusal ve ekonomik baskısına karşı çıkan geniş köylü kitleleri arasında ateşli destek buldu. (Celile Celil, vd., Yeni ve Yakın Çağda Kürt Siyaset Tarihi, syf. 152)
Ancak bu gelişmelere karşın, Kürtler henüz genel bir ayaklanmaya hazır olmaktan uzaktılar. Ansızın çakılan bu kıvılcım karşısında şaşkınlık hakimdi. Azadi'nin pek çok şehirdeki üyeleri, "örgüt kararı ile bu kıyam hareketinin yapıldığı ihtimalini çok uzak görüyorlardı". Bu nedenle tereddüt içinde idiler.
Yine de Kemalistler'in her geçen gün artan baskısı, Şeyh Sait'in bölgedeki nüfusu, bölgenin coğrafi yapısının düzenli bir ordunun hemen harekata girişmesine engel olması gibi nedenlerden ötürü ayaklanma kısa sürede Kürdistan'ın birçok yerine yayıldı. Şubat ayı sonunda Lice ve Hani Kürt askeri güçleri tarafından ele geçirildi. Bu sırada Diyarbakır'ın kuzeyindeki Tala adlı yerleşim yerinde konumlanan isyancıların sayısı 20 bini bulmuştu. 29 Şubat'ta Kürtler, Elazığ'a bağlı Maden ve Çermik'te ayaklandı. Bu iki şehirdeki kuvvetler birleşerek Ergani'yi ele geçirdiler.
İlerleyen Kürt isyanının önüne koyduğu hedef Diyarbakır'ın ele geçirilmesiydi. Diyarbakır, kurulacak Kürdistan Devleti'nin başkenti olacaktı. Bu isteğe karşın Şeyh Sait emrinde bulunan güçlerin Diyarbakır'ı almak için yeterli olmadığını biliyordu. Bu nedenle Diyarbakır halkını kendi yanına çekebilecek süreyi kazanmak için Diyarbakır il idarecileriyle görüşmelere başladı. Şehrin teslim edilmesini istedi. Bu istek kabul edilmeyince Kürt kuvvetleri Mart ayı başında çeşitli yönlerden şehre saldırdı.
Bu başarısız saldırı sonrasında Şeyh Sait, kuvvetlerine geri çekilme talimatı verdi. İsyancılar ilk başarılarına rağmen gün geçtikçe kan kaybediyorlardı. Etrafları kuzeyden ve güneyden büyük askeri birlikler tarafından sarılmıştı. Ordu karşısında tutunamayan Şeyh Sait'in kuvvetleri, Hani vadilerine, oradan da küçük gruplara ayrılarak Palo, Genç ve Çapakçur ormanlarına çekildiler.
Ordu birlikleri 26 Mart'ta Diyarbakır, Elazığ ve Varto üzerine güçlü bir saldırı başlattı.
Ayaklanmanın başlangıcından kısa bir süre sonra, Ordu, isyancılara karşı üstün duruma geçmişti. "Türk ordusunun ilerlemesinin nedenleri; Elazığ ve diğer illerdeki kargaşalık, başıbozukluk, talan ve Kürt önderleri arasındaki anlaşmazlıklar, onlardan ve aşiret reislerinden bazılarının (özellikle Elazığ'daki aşiretlerin) Türk tarafına gitmeleriydi. Örneğin, Oxha'lı aşiret reisi Necip Ağa ve Elazığ beyleri, öte yandan Dersim'in doğusundaki Kiferan, Lolan, Abuzalan ve Soran gibi aşiretler, ... Xormik aşireti, Türk idarecilerini destekledi". (M. Arseneviç Haretyan, vd., 1925 Kürt Ayaklanması, syf. 18-19)
3 Nisan'da Kazım Paşa komutasındaki 5. Kolordu'yla Kürtler'in yaklaşık 5 bin kişiden oluşan bir grubu arasında çarpışmalar yaşandı. Şeyh Sait'in kuvvetleri yiğitçe direndilerse de sonuçta verdikleri kayıplar karşısında ormanlara çekildiler. 6 Nisan günü ise hükümet kuvvetleri Şeyh Sait'in bulunduğu Çapakçur'a girdi. Bunun üzerine Şeyh Sait yanındaki 300 atlıyla Solhan'a çekildi. Bu sırada Karaköse'de bulunan hükümet kuvvetlerinin Hayderan ve Ademan aşiretlerinin de yardımıyla saldırıya geçmesi karşısında kimi aşiret güçleri İran'a geçtiler. Ancak İran hükümeti de isyancılara saldırmakta tereddüt etmedi.
Sıkıyönetim,
olağanüstü hal,
İstiklal Mahkemeleri...
Hükümet ve basın, ayaklanmayı ilk başlarda küçük çaplı ve kısa sürede ezilecek sıradan bir olay olarak yansıttı. Örneğin 16 Şubat 1925 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'ndeki kısa haberde şöyle deniyordu;
"Şubat'ın onüçüncü günü Ergani'nin Piran köyündeki jandarma müfrezesi ile o civara gelen Şeyh Sait Bediüzzaman ve avanesi arasında bir müsademe olmuş, telefon ve telgraf hatları tahrip edilmiştir. Yetişen kuvvetler üzerine Şeyh ve avanesi kaçmışlardır."
18 Şubat günü toplanan meclistede bir milletvekilinin sorusu üzerine İçişleri Bakanı şunları söylüyordu; "Genç'te Şeyh Sait adında bir eşkiya türemiş... Fakat hükümetin aldığı sert tedbirler, O'nu en kısa sürede ortadan kaldıracaktır". (Behçet Cemal, Şeyh Sait isyanı, syf. 39)
Ne var ki kamuoyuna yönelik bu açıklamalar yapılırken, iktidar kapsamlı hazırlıklar içindeydi.
22 Şubat gecesi Cumhurbaşkanını, Bakanlar Kurulu ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın katıldığı toplantıda ayaklanma bölgesinde sıkıyönetim ilan edilmesi kararı alındı. Daha sonra TBMM'de onaylanan karar şöyleydi; "Ergani ilinin bir kısmında devletin silahlı güçlerine karşı meydana gelen silahlı ayaklanma Diyarbakır, Elazığ, Genç illerine de yayılmış ve daha da genişlemeye elverişli görülmüş olduğundan, Genç, Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van ve Hakkari illeriyle Erzurum'un Kiği ve Hınıs ilçelerinde bir ay süre ile sıkıyönetim ilan edilmiştir".
25 Şubat'ta da 556 No'lu "Vatana İhanet Kanunu"nun 1. maddesinde yapılan değişiklikle, "dini esaslar üzerine siyasi cemiyet kurmak ve siyasi amaçlara varma doğrultusunda faaliyet yürütmek" vatan hainliği olarak tanımlandı.
Bu arada bir kısım milletvekili de, iktidardaki Fethi Bey hükümetinin ayaklanmayı bastırmada yeterli iradeyi gösteremediğini söylüyordu. 2 Mart'ta, "ayaklanmanın sertlikle bastırılmasını isteyen" bir önergenin 60'a karşı 94 oyla kabul edilmesi üzerine Fethi Bey hükümeti istifa etti. 3 Mart'ta İsmet İnönü yeni hükümeti kurdu.
İsmet İnönü'nün mecliste yaptığı ilk açıklama, nasıl bir politika izleyeceğini de gösteriyordu zaten: "Memleketi fitnelerden koruyacağız, emniyet ve istikrarı yerleştireceğiz. Devletin hakimiyetini, zorunlu gördüğümüz özel tedbirler aracılığıyla her alanda daha da güçlendireceğiz." (Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, syf. 82)
İsmet İnönü, önceki hükümetin aldığı önlemlerle yetinmeyerek hemen meclisten Takrir-i Sükun Yasası'nı çıkarttırdı ve Diyarbakır ve Ankara'da iki İstiklal Mahkemesi kurdurttu.
'Sükunet' için muhalefeti
susturmak gerek!
Takrir, "yerleştirme" demekti. Takrir-i Sükun Yasası, "Sükuneti yerleştirme" demek oluyordu. Peki sükunet nasıl yerleştirilecekti? Elbette başta Kürt isyancılar olmak üzere tüm muhalefeti susturarak.
İşte bu yüzden önceki bölümde kısaca sözettiğimiz gibi, Takrir-i Sükun Yasası'nın ve İstiklal Mahkemeleri'nin terörü, sadece Kürtler'i hedef almakla kalmadı.
O sıralar, TBMM'deki tek muhalefet partisi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'ydı. Fakat muhalefetin bu kadarı karşısında bile Kemalist iktidar tahammülsüzdü. Elde hazır Takrir-i Sükun gibi bir yasa ve İstiklal Mahkemeleri gibi bir mahkeme varken, bu muhalefetten de kurtulunmalıydı!
Şark İstiklal Mahkemesi 25 Mayıs 1925'te görev bölgesi içindeki bütün Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) Şubeleri'ni "ayaklanmayı dolaylı olarak kışkırtmak" suçlamasıyla kapattı. Fırka yöneticilerinin kendilerini "ayaklanmayla bir ilgileri bulunmadığı" yönünde savunması hiçbir işe yaramadı.
Ankara İstiklal Mahkemesi de "dini siyasete alet ettikleri" gerekçesiyle bazı fıkra üyeleri hakkında dava açtı. Bu davada yargılanan sanıklar 5-15 yıl kürek, müebbet hapis gibi çeşitli cezalara çarptırılırken, mahkeme TCF programındaki "dinsel düşünce ve inançlara saygı" ilkesiyle gericiliğin kışkırtıldığının kanıtlandığını(!) belirterek hükümetten gereğini yapmasını istedi... Ve nitekim Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 3 Haziran 1925'te kapatıldı. O zaman başlayan tek parti dönemi 1945'e kadar sürecekti.
Şark İstiklal Mahkemesi, 7 Haziran günü aldığı kararla da; Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, İlhami Safa, Gündüz Nadir, Eşref Edip, Ahmet Emin Yalman, Ahmet Şükrü Esmer, Suphi Nuri İleri gibi daha birçok gazeteciyi ayaklanmayı dolaylı olarak kışkırttıkları iddiasıyla tutukladı.
7 Mart'ta ülkenin bazı yerlerinde "olağanüstü durum" ilan edildi. Mustafa Kemal halka, memurlara ve askerlere bir çağrı yaparak, ayaklanmayı bastırmak için hükümete yardım etmelerini, yayınlanan emir ve talimatlara uymalarını istedi.
M. Kemal'in çağrısının ardından Ankara İstiklal Mahkemesi yaptığı açıklamada "ayaklanmaya yardım edenlerin, askeri hizmetlerden kaçanların ayaklanmacılarla bir tutulacağını" açıkladı.
Bu arada Şeyh Sait İsyanı'nı bastırmakla görevlendirilen ordu birliklerinin komutanlığına getirilen General Kemalettin Sami Paşa, "bu görevi başarmak" için hükümetten üç şey istedi:
1) Ayaklanmanın en sert şekilde bastırılması. / 2) Ayaklanma içerisinde yer alsın almasın bütün Kürtler'in silahsızlandırılması. / 3) Kürtler'in çeşitli bölgelere çoğunluk oluşturmayacak şekilde dağıtılması ve Türkler'in Kürtler'in yoğun olduğu bölgelere yerleştirilmesi gerektiğiydi.
Hükümet bu üç isteği de yerine getirecek düzenlemeleri yaptı.
İsyan bitiyor,
zulüm baki kalıyor
Nisan ayı başında ordu yaptığı açıklamayla Şeyh Sait'i sağ olarak yakalayana 1000 altın lira, ölü olarak hükümete teslim edene ise 700 altın lira verileceğini ilan etti. Ayrıca bunu yapacak kişiler ayaklanma kuvvetlerinden olursa haklarında hiçbir soruşturmada yapılmayacaktı (Hangi zulüm ihanete ve pişmanlığa çağrı yapmadan hükmetmiş ki!).
Nisan ayı ortalarında isyanın temel güçlerinin etrafı Genç Ovası'nda sarıldı ve isyancılar bozguna uğratıldı. 15 Nisan'da Şeyh Sait ve ayaklanmanın önde gelen isimlerinden 26 kişi Murat Çayı üzerinde tutsak edildiler.
Yönetim kadrosu dağılan Kürt güçler, Muş'un kuzeybatısındaki Şerafettin Dağı'na çekildiler. Burada kıstırılan kuvvetlerin büyük bir kısmı katledildi.
Ayaklanma nisan ayı ortalarında bastırılmasına karşın Ordu "ezme" harekatına devam ederken, hükümet de durmadan yeni baskı yasaları çıkarıyordu.
40 bin kişilik Kürt isyancı güçlerine karşı, 200 bin asker ve 12 uçak seferber edilmişti. Devlet, bu harekat için 50 milyon lira, yani o zamanki Türkiye'nin yıllık bütçesinin dörtte birini harcamıştı.
Ayaklanmanın bastırılmasının ardından sıra "yargılamaya" gelmişti. Gerçekte bir "yargılama"dan çok iktidarın verdiği idam, müebbet, sürgün kararlarının tebliği sözkonusuydu. "Yargılamalar"da Kürt senatörler, milletvekilleri de kanıtsız idam sehpalarına gönderildiler.
Şeyh Sait'in de içinde olduğu grubun Diyarbakır İstiklal Mahkemesi'ndeki davası 1 ay sürdü. 29 Haziran 1925'te açıklanan kararda Şeyh Sait, aşiret reisleri, şeyhler, subaylar da içinde olmak üzere, 47 kişi idam cezasına çarptırıldı. İdam kararı ertesi gün uygulandı. Şeyh Sait'in idam sehpası önündeki son sözleri şöyle oldu: "Tabii hayat sona erdi. Kendimi milletimin yolunda feda ettiğime hiçbir şekilde pişman değilim. İleride torunlarımızın bizden dolayı düşman önünde utanç duymamaları bizim için yeterlidir." (M. Arseneviç Haretyan, vd., 1925 Kürt Ayaklanması, Syf.38)
1925 Eylül ayı sonuna kadar yüzlerce dava açıldı ve dosyalar yüzlerce idam kararıyla sonuçlandırıldı. Bu konuda elimizde kesin rakamlar yoktur, çünkü o günden bu yana gizlenmeştir, fakat İstiklal Mahkemesi'nin, sadece Palo ve Çapakçur'da 400 Kürt gencini astırdığı düşünülürse, toplam rakamın binler olduğu tahmin edilebilir.
Keldaniler, Miramiler,
Atrusiler... Artık
Anadolu'da onlar yok!
Şeyh Sait İsyanı'na ilişkin bölümü bitirirken, tarihi bir bilgi olarak, Kemalist iktidarın "Türkleştirme" baskılarının sadece Kürtler'le sınırlı kalmadığını gösteren birkaç not aktaralım.
Şeyh Sait İsyanı sırasındaki baskılar, bölgedeki Keldaniler'e ve Yakubi hristiyanlara da yöneldi. Köyler basıldı, katliamlar yapıldı, sonu belirsiz sürgün kararları yürürlüğe konuldu.
Ordunun baskılarından dolayı, o dönemde Irak'a sığınanların listesi Anadolu'da farklı milliyet ve inançtan halkların nasıl yokedildiğinin de bir göstergesidir; 1926'da Irak'tan sığınma hakkı isteyen kesimler arasında "bilinmeyen sayıda Mirami; 7.000 Goyan; Tur Abdin bölgesinden 1.000 Hiristiyan; ve yaklaşık 10.000 Atrusi" bulunuyordu. (Bkz. Kürt milliyetçiliğinin tarihi, Wadie Jwaideh, syf. 401)
Artık, isimleri bile artık hiç aşina gelmeyen bu topluluklardan Anadolu'da hiçbir iz, eser bırakılmamıştır.
Şovenizm artık hakim
politikadır
Kemalist iktidar, o dönemki gerici, asimilasyoncu politikasını ve katliamlarını aklamak için, Şeyh Sait İsyanı'nın kah İngiliz kışkırtması, kah şeriatçı bir ayaklanma olduğunu ileri sürmüştür.
Aslında bizzat İstiklal Mahkemesi'nin kararı bile, bu iddiayı çürütmektedir. O karar şöyle diyordu: "Kiminiz hükümet otoritesinin kötü yönetimini, kiminiz de halifeliğin savunuculuğunu isyan için bahane ettiniz. Fakat tümünüz bağımsız bir Kürdistan yaratma sorununda birleştiniz." (Azgelişmişlik Sürecinde Geri Bıraktırılmışlık, Syf. 238)
Bu ayaklanma görüldüğü gibi feodal bir toplumsal zeminde, dini bir liderlik altında, aşiretlerin küçük burjuva diktatörlüğe karşı ulusal içerikli taleplerle ayaklanmasıdır. Ayaklanmada dini motiflerin işlenmiş olması ezilen, baskı gören, asimilasyona tabi tutulan bir halkın, Kemalistler'in ırkçı, şovenist müdahalesine karşı başkaldırma haklılığını ortadan kaldırmaz.
Ayaklanma, haksızlığından değil, nesnel ve öznel koşulların yetersizliğinden yenilmiştir. Şeyh Sait İsyanı'nın bastırılabilmesinin nedenleri Kürt toplumunun nesnel koşullarındaydı; ulusal bir bütünlük sağlanamamış, ayaklanma bütün Kürdistan'ı kucaklayamamıştı. Bazı aşiretler "tarafsız" kalırken, bazı aşiretlerse ayaklanmanın başlamasıyla devlete bağlı olduklarını belirterek, orduyla birlikte ayaklanmanın bastırılmasında yeraldılar.
İkinci olarak, ayaklanma güçlü bir örgütlülüğe sahip değildi. Cibranlı Halit Bey, Yusuf Ziya Bey gibi deneyimli Kürt aydınlarının ayaklanma öncesi tutuklanarak katledilmeleri sonucunda hareketin önderliği zayıflamıştı. Şeyh Sait'in, isyana katılanların fedakarlık ve cesaretleri önemliydi. Ancak bunlar politik bir önderlik olmadan ayaklanmayı zafere götürmek için yeterli olamazdı.
Şeyh Sait İsyanı'nın bastırılmasında, Kürdistan'ın Misak-ı Milli içinde kalan bölümü, kan gölüne dönüştürülmüştür. Kan gölünden kurtulanlar ise, göç yollarına sürülmüştür. Kan gölünün kaynağındaki politika ise, küçük-burjuva diktatörlüğünün her türlü muhalefeti sindirme ve Kürtlüğü yoketmeyi amaçlayan şovenizmidir. Ki o şovenizm, cumhuriyetin bir "ilkesi" gibi, günümüze kadar sürecekti.
Wednesday, 16 December 2009
Tarihte Kürd Direnisleri
01. 1806 – Musul: Baban Asireti, Abdurrahman Pasa Direnisi
02. 1812 – Musul: Babanzade Ahmet Pasa Direnisi
03. 1820 - Zaza’ların Direnisi
04. 1830 – Hakkari: Ezidilerin Direnisi
05. 1833- Soran: Mir Muhammed (Soran) Direnisi
06. 1831- Bitlis: Serefhan Direnisi
07. 1835 – Botan: Bedirhan Direnisi
08. 1843 – Bedir Han Direnisi
09. 1839 – Amed: Garzan Direnisi
10. 1855 – Yazhan Ser Direnisi
11. 1872 – Mardin-Cizre: Bedirhan Osman Pasa ve kardesi Hüseyin Pasa Direnisi
12. 1878 – Hakkari: Seyh Ubeydullah Nehri Direnisi
13.1889- Erzincan: Bedirhan Emin Ali Direnisi
14.1911 - Abdulselam Barzani Direnisi
15. 1912 – Mardin: Bedirhaniler ve Halil Rema Direnisi
16. 1912 – Bitlis: Seyh Selim Sehabettin ve Ali Direnisi
17.1919 – Simko (Ismail Aga) Direnisi
18.1919 – Ali Bati Direnisi
19.1919 - Mahmut Berzenci Direnisi
20. 1920 – Kocgiri: Kocgiri Direnisi
21.1924 – Hakkari: Nasturi Direnisi
22. 1925 – Seyh Sait Direnisi
23. 1925 – Nehri Direnisi
24.1925 – Reskotan-Raman Direnisi
25.1925 – 1. Sason Direnisi
26.1926 – 1. Agri Direnisi
27.1926 – Hazro Direnisi
28.1926 – Silvan: Kocusagi Direnisi
29.1926 – Hakkari: Beytüssebab Direnisi
30.1927 – Bitlis: Mutki Direnisi
31.1927 – Agri: II. Agrı Direnisi
32.1927- Silvan: Biçar Direnisi
33.1929 – Eruh: Zilanli Resul Aga Direnisi
34.1930 – Van: Zeylan Direnisi
35.1930- Tutak-Bulanık-Hinis: Tutakli Ali Can Direnisi
36. 1930 – Van: Oramar Direnisi
37.1930 – Zilan Direnisi
38.1930 – Plümür Direnisi i
39.1930- Agri: III. Agri Direnisi
40.1930 – 2. Mahmut Berzenci Direnisi
41.1931 – Seyh Ahmed Barzani Direnisi
42.1934 – Bitlis: Buban asireti Direnisi
43.1836 – Akcadag Direnisi
44.1935 – Siirt: Abdurrahman Direnisi
45.1935 – Siirt: Abdulkuddüs Direnisi
46.1935 – Siirt: 2. Sason Direnisi
47. 1937- Dersim: Dersim Direnisi
48. 1943 – Melle Mistefa Barzani Direnisi
49. 1946 – Mahabat Direnisi
02. 1812 – Musul: Babanzade Ahmet Pasa Direnisi
03. 1820 - Zaza’ların Direnisi
04. 1830 – Hakkari: Ezidilerin Direnisi
05. 1833- Soran: Mir Muhammed (Soran) Direnisi
06. 1831- Bitlis: Serefhan Direnisi
07. 1835 – Botan: Bedirhan Direnisi
08. 1843 – Bedir Han Direnisi
09. 1839 – Amed: Garzan Direnisi
10. 1855 – Yazhan Ser Direnisi
11. 1872 – Mardin-Cizre: Bedirhan Osman Pasa ve kardesi Hüseyin Pasa Direnisi
12. 1878 – Hakkari: Seyh Ubeydullah Nehri Direnisi
13.1889- Erzincan: Bedirhan Emin Ali Direnisi
14.1911 - Abdulselam Barzani Direnisi
15. 1912 – Mardin: Bedirhaniler ve Halil Rema Direnisi
16. 1912 – Bitlis: Seyh Selim Sehabettin ve Ali Direnisi
17.1919 – Simko (Ismail Aga) Direnisi
18.1919 – Ali Bati Direnisi
19.1919 - Mahmut Berzenci Direnisi
20. 1920 – Kocgiri: Kocgiri Direnisi
21.1924 – Hakkari: Nasturi Direnisi
22. 1925 – Seyh Sait Direnisi
23. 1925 – Nehri Direnisi
24.1925 – Reskotan-Raman Direnisi
25.1925 – 1. Sason Direnisi
26.1926 – 1. Agri Direnisi
27.1926 – Hazro Direnisi
28.1926 – Silvan: Kocusagi Direnisi
29.1926 – Hakkari: Beytüssebab Direnisi
30.1927 – Bitlis: Mutki Direnisi
31.1927 – Agri: II. Agrı Direnisi
32.1927- Silvan: Biçar Direnisi
33.1929 – Eruh: Zilanli Resul Aga Direnisi
34.1930 – Van: Zeylan Direnisi
35.1930- Tutak-Bulanık-Hinis: Tutakli Ali Can Direnisi
36. 1930 – Van: Oramar Direnisi
37.1930 – Zilan Direnisi
38.1930 – Plümür Direnisi i
39.1930- Agri: III. Agri Direnisi
40.1930 – 2. Mahmut Berzenci Direnisi
41.1931 – Seyh Ahmed Barzani Direnisi
42.1934 – Bitlis: Buban asireti Direnisi
43.1836 – Akcadag Direnisi
44.1935 – Siirt: Abdurrahman Direnisi
45.1935 – Siirt: Abdulkuddüs Direnisi
46.1935 – Siirt: 2. Sason Direnisi
47. 1937- Dersim: Dersim Direnisi
48. 1943 – Melle Mistefa Barzani Direnisi
49. 1946 – Mahabat Direnisi
Subscribe to:
Posts (Atom)